24 Şubat 2021 ve saat 02.52. Güneş Sisteminin incilerinden Kızıl Gezegenden kaydedilen ilk sesi dinliyorum. 7 ay süren 500 milyon kilometrelik yolculuk sonunda saatte 20 bin kilometrelik bir hızla Mars atmosferine giren Perseverance ‘7 dakika süren terör’ sonunda paraşütü ve roketleri sayesinde gezegenin toz kaplı ve kayalarla dolu Jezero Kraterine indi ve 17 saniye süren saniyede 5 metre hızla esen rüzgârın sesini kaydetti.
Ben de şöyle düşündüm. Yedi dakika süren terör, 250 milyon yıl öncesinde başlayan ve kürenin tamamında bugüne kadar kesintisiz süren terörün yanında hiçbir şey değil. Cambria döneminde başlayan terör 180 milyon yıl boyunca kürenin bugünkünden yeşil ve tamamen farklı biyo çeşitliliğinde her noktada gece ve gündüz sürdü. Gezegenden o dönemde uzaya yayılan sesleri dinleyebileceğimiz bir teknolojimiz olsaydı korku filmlerine ses efekti yaratmaya ihtiyacımız olmazdı. 180 milyon yıl boyunca devam eden jeolojik terör de eklenince ‘Nasıl bir Dünya bu Dünya’ diyesi geliyor insanın. O süre boyunca akan kan, deniz ve okyanusları birkaç tur doldurup boşaltacak seviyede idi. Denize erişemeyen dinozor kanları karada ve okyanus tabanında 75 milyon yıl içinde kara, pis kokulu ve enerji dolu bir sıvıya dönüşüp yüz yıldan fazladır 250 milyon yıl öncesini aratmayacak seviyede bir terörün yaşanmasına neden oluyor.
David Hume,1738 yılında 28 yaşında iken yayınladığı insan doğası üzerine yaptığı incelemede nezaketi elden bırakmıyor. Onun kadar nazik olmaya gerek kalmadan kestirmeden söylemek gerekirse 180 milyon yıl süren terör, insan genomuna bir şekilde sızmış olmalıdır. Homo Sapiens’in doğasındaki iflah olmaz şiddeti soyut düşünebilen müzik, dil ve sivil yetenekler geliştirebilen Neandertal’lerin üzerine ezel ebet suç ortağı ve yakın dostu olacak kurt kırmalarını saldığında ortaya çıkan terör göstermişti. Ve kürenin orasında ya da burasında ortaya çıkan şiddet bugüne kadar devam etti ve etmeye de devam ediyor
Sosyal medyada ‘Hırsız Müzelerden Kan Damlıyor’ diye protesto edenleri gördüğümde içimin yağının eridiğini hissettim. Nasıl hoşuma gitti bilemezsiniz. Kürenin her yerindeki her çeşidinden müzelere bir şekilde bulaşmayı çok sevdim. Bu müzelerin kapitalizmin çocukları olduklarını düşünmeme engel olmadı. Bugün büyük bir keyifle dolaşılan müzelerde Azteklerin, Mayaların, Kızılderililerin, Mısırlıların, Asyalıların, Uzak Asyalıların Ön Asyalıların kanları sergi salonlarına damlamıyor mu? Altın, gümüş ve her türlü değerli meta karşılığında çiçek hastalığı mikrobu veya afyon verip milyonlarca yerli ve görece medeni olmayan insan yok olmadı mı? Sadece Kuzey Amerika’da 6 milyon Kızılderili çiçek hastalığından gitti. Beyaz adamın aşı bulma çalışmaları sonunda aşılanan kızılderililerin hayatta kalması yine biri ikileme örneğidir.
Bu sadece derisi beyaz adamın kendine pek benzetemediği insanlara bakışı her zaman Carl Linneaus’un litografilerinde oluşturduğu algıyla zehirlenmiştir. Bilimin temellerini inşa eden, hayvan ve bitkilerin taksonomisini insanlığa kazandıran Carl Linneaus öldüğünde geriye 14 bin bitki, 3198 böcek, 1564 deniz kabuğu, sayısız eskiz, 3000 mektup, 1600 kitap ve dev bir önyargı bırakmıştır. İsveç ve Hollanda’da ayak basmadık yer bırakmayan, muhteşem gözlemlerini üst düzeyde desen yeteneği ile birleştirip bilime muhteşem bir koleksiyon bırakan Linneaus hayalden çizdiği insansı ve alt sınıftan sayılan şeytansı desenleri gerçek sanan Swedish East India Company gemileri kürenin her köşesinde bu abartılı yaratıkları aramaya çıkmış ama hiçbir iz bulamamıştır. Geriye köleliği kurumsallaştıracak ve bugüne kadar sürdürecek önyargı kalmıştır. Swedish East India Company’nin yamyam ve vampirlerin adası olarak gördüğü ve yokladığı Dominik Adasından yetişmiş sanatçı Frelei Baez bu önyargıyı merkezine almış işler ile kürenin sanat merkezlerinde sergiler açıyor bu önyargıyı hayal bahçelerine çeviriyor. Esasen bu önyargıyı kemikleştiren Carl Linneaus’un yeğeni David Hume olmuştur. Amcasından devraldığı önyargı ile sadece beyaz adamın doğasını anlattığı kitapları ile derin bir fay hattı oluşmasına neden olmuştur. Robenson Cruseo ve Cuma algısı bu fay hattını derin vadilere dönüştürmüştür. Diğer yazdıkları ile “önyargıyı yok etmek atomu parçalamaktan daha zordur” diyen Einstein da dâhil olmak üzere sayısız bilim insanının ortaya çıkmasına ilham olan bu ikili insan doğasındaki hataları ve doğruları bir arada göstermesi açısından ilginçtir. Homo Sapiens hatalardan ve doğrulardan oluşan gıcık bir türdür.
İnsan doğasını gösteren en ilginç örnek 1997 yılında Herald of Free Enterprise gemisinde yaşanmıştır. Manevra sırasında bir gemici kamarasında uyuya kaldığı için açık kalan feribotun ön rampası denizin geminin araç güvertesine dolmasına yol açmış, aynı gemici uyanır uyanmaz sular içinde kalan araçların içinde kapana kısılan onlara yolcuyu kurtararak büyük bir kahramanlık göstermiştir. Dondurucu denize düşen arkadaşını kurtarmak için anında denize atlayıp onu trol çeken tekneye çıkaran ve son anda donmaktan kurtulan gemiciler de vardır ve denize atlamadan suda donmak üzere olan arkadaşına bir can simidi atarak tekne güvertesinden onu kurtarmaya çalışan da gemiciler vardır. Kayalıklara veya sığlığa doğru giden geminin köprü üstünde çalan alarmlara rağmen kendi vardiyasını bilerek ve isteyerek terk edip sıcak kamarasına gidip uyumaya devam eden ve sonunda gemisiyle birlikte dibi boylayan, büyük trajediye yol açan onlarca da reis vardır.
Kürede insan doğasındaki bu ikilemeyi gören, bu anomaliyi en güzel anlatan şair, Türkçenin bir numaralı dâhisi Nazım Hikmet olmuştur.
ONLAR
Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
Onlar ki uyup hainin iğvâsına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve nehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok söz edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
Homo Sapiens korkaktır ve cesurdur. Cahildir ve hâkimdir ve çocuktur. Kuvayı Milliye Destanı son derece evrenseldir. Bu destanda anlatılanlar Kısa Dünya Tarihi olarak değerlendirilebilecek özelliklere sahiptir.
On binlerce yılın sonunda bile değişen bir şey yok. Kürenin her yerinde ruhbanlar, politikacılar ve ruhban politikacılar bu billur kıvamındaki gerçeği görmeden kendilerine hayal bahçeleri inşa ediyorlar. O bahçelerin Sahra Kumullarından oluştuğunu göremiyorlar. Yıkımdan bitleri kanlanıyor ve dinozorlardan devralınan genetik kanlı mirastan beslendiklerini göremiyorlar.
Kürenin her yerinde gerçek Frelei Baez gibi ‘Hayal bahçeleri’ inşa edip onları insanlığa armağan eden sanat insanları var. Bilim ve sanat gezegendeki her türden yaşamı kutsarken, aynı bilimin ve aynı sanatın imkânlarını kullanan bazıları da kızıl kumullara yıkım ve terör kusan silahları, araçları, propagandaları, entrikaları, klikleri, planları, organizasyonları, ihanetleri ve daha bir sürü hizmeti servis ediyor.
Asırda kürenin herhangi bir yerinde, kenarında, köşesinde, kuşağında zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanları yeniden görürsen sakın şaşırma! Sonuçta bizim insanlık tarihi destanımızda yine, yeniden ve yalnız onların maceraları olacaktır.
Bülent Bakan