Carl Spitzweg’in 1839 tarihli “Yoksul Şair” tablosu 19. Yüzyıl romantik sanatçısının ve bohemin unutulmaz imgelerinden biridir. Tuhaftır Adolf Hitler’in de en beğendiği tablo olduğu söylenir. Çatısı damlayan perişan bir çatıkatında şemsiyesi ile yağmurdan ve soğuktan korunmaya çalışan bir şairi anlatır resim. Bugün bohemliğin simgesi olan çatı katları ucuz olduğu için tercih ediliyordu elbette. 19. Yüzyılda binlerce alt orta sınıftan genç, sanat dini içinde bir ikbal peşindeydi. Şiir, edebiyat, resim her şeyin araçsallaştığı, paraya indirgendiği sıkıcı bir dünyaya karşı özgürlüğün, oyunun, “amacı kendi olan bir amaçlılığın” alanıydı. Sanatçı çöken hamilik sistemi içinde, aristokrasi, kilise ve burjuvaya diklenerek, gazeteleri, dergileriyle serbestleşen piyasa içinde kendine bir yer açma mücadelesindeydi. Bohem kavramı da zaten küçümseme tonlarıyla Bohemya’daki çingenelerin salaşlığını ve serbestliğini kodluyordu. Ya da gemicilerin, tayfaların fular, pipo ve rahat kıyafet biçimini… Yani kısaca işleri hiç kolay değildi.
Sadece bu değil; Henry Wallis’in eliyle daha trajik başka bir çatı katı daha girmiştir resme. Daha da acıklıdır. Bu da romantizmin unutulmaz imgelerinden olmuştur. Hasan Aksakal’ın etkileyici tespitiyle söylersek: “Romantizmin belki de en kalıcı imgesi, küçücük bir tavan arasında, yatağında sırtüstü uzanan bir şairin imgesidir; genç ve güzel, göz alıcı bir cesettir bu. Meleksi bir ışığı olan bu şair, dehası nedeniyle acı çekmiştir; aç ve yoksul kalmış, çıldırmaya ve intihara meyilli yaşamıştır; şimdiyse taze bir ölüdür. “Yüzünde görünmez bir şiir yazılı” bu ölümcül arketip Thomas Chatterton’dan başkası değildir. Henry Wallis’in yaptığı resim dünyevi, edebi bir pietà’dır [acıdan ibaret bir varlık]. Şair, olağanüstü dehası tarafından çarmıha gerilmiştir, alev gibi kızıl saçları yırtılıp atılmış yazılarıyla hâlelenmiş, cansız ayakları çalışma masasına yaslanmıştır. Fakat etrafta onu kucaklayacak kimse bulunmamaktadır, onu saran tek şey son anlarında yırtıp attığı edebi metinleridir…”[1]
Thomas Chatterton, 18. yüzyıl Britanya’sında ortaçağcı, Gotik edebi canlanmanın şairlerinden bir romantiktir. Tutkuyla bağlı olduğu edebiyat için avukat çıraklığında ayrılarak sadece yazıyla ayakta kalmaya çalıştı. “Genç adamın büyük umutları hızla solmaya başladı. Yazdıklarının çoğu için ödemeler ertelendi; ödenen telifler de genç şairin beklentisinin aksine çok ama çok düşük meblağlardı. Üstelik yazı gönderdiği yerler de siyasi baskı altındaydı. Haziran sonunda Londra’daki ikinci ayı henüz tamamlanırken, daha şimdiden başarısızlık ve açlıkla yüz yüzeydi. Komşusu da, ev sahibesi de genç şairi defalarca akşam yemeklerinde kendisine katılmaya davet ettiyse de, gurur yapan Chatterton onları hep reddetti. Ev sahibesinin daha sonra söylediği gibi, çatı katına çıkarken karşılaştığı bu genç adamın bazen iki ya da üç gündür hiçbir şey yemediğinibiliyordu, Chatterton ise onun ısrarına gücenip aç olmadığına dair yeminler ederek onu reddediyordu.”[2] Umutsuzluğa kapılan genç şair sonunda çatı katındaki odasında edebi bir intiharı seçer. Şair Brook Street’teki çatı katında son kez istirahate çekildi; önce yazmış olduğu şiirleri, yazıları yırttı; sonra da yatağının kenarında bir şişe arsenik içerek intihar etti. Thomas Chatterton on sekiz yaşına basmadan ölmüştü…
Bu yazıda romantizm ve bohem üzerine çok durmayacağız elbette. Sözümüzü çağdaş sanata getirmek için tekrar Carl Spitzweg’e dönelim. “Yoksul Şair”, 1976 yılında bir kez daha sanat dünyasının gündemine girmeyi başarır. Ulay ismiyle bilinen ve Marina Abramoviç ile yaptıkları performanslarıyla tanınan alman sanatçı Frank Uwe Laysiepen Almanya’daki göçmenlerin sorunlarına dikkat çekmek için bir eylem planlar. Berlin’deki Ulusal Galeri’de sergilenen “Yoksul Şair” tablosunu çalacaktı. Niyeti çalınan tabloyu yoksul bir göçmen evinde sergilemekti.
Bu amaçla Türk göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Kreuzberg’de keşif yaptı. Bir Türk ailesiyle tanışıp dost oldu. Ev sahiplerine yapmayı düşündüğü “hırsızlık” düşüncesini açtı. Evin salonundaki ucuz bir tablonun yerine asılacaktı çalınan tablo ve kamerayla kayıt altına alınacaktı. Ulay’a güvenen aile teklifi kabul etti. Ulay kendisine 14 maddelik bir plan hazırladı. 12 Aralık 1976 günü kamera kaydı yapacak arkadaşı Jörg Schmidt-Reitwein ile galeriye girdi. Güvenliğin dalgınlığından yararlanarak ‘Yoksul Şair’ tablosunu alarak acil kapısından çıktı. O yıllardaki değeri 2.5 milyon mark olan tabloyu koltuğunun altına alarak Türk ailenin yolunu tutmayı başarmıştı.
Türk aile onu güler yüzle karşılamıştı. Ulay duvarlarındaki ucuz tabloyu kaldırarak yerine ‘Yoksul Şair’ tablosunu asmayı başarmıştı. Aile tablonun müzeden çalındığından habersizdi tabii. Ulay daha sonra müze ve polisi arayarak onlara adresini verdi. Tablo duvarda sadece 30 dakika kalmıştı. Polis ve yetkililer gelerek zarar görmemiş tabloyu teslim aldılar.[3] Tablo müzeye dönerken Anadolu’dan gelmiş bir battaniyeye sarılmıştı. Eylem basında fazlasıyla yer tuttu. Ulay tutuklandı. Dava sonucunda 56 günlük hapis veya para seçeneklerine karşı o Almanya’yı terk etmeyi seçti. 2 yıl sonra Münih’e döndü, tutuklandı ama kefaretle serbest bırakıldı. Dosya kapanmış çağdaş sanatın ilginç bir vakası olarak literatüre girmişti.
Şimdi soru şu: ‘Göçmen Türk aile tablonun çalıntı olduğunu bilse bunu kabul eder miydi?’ Bana göre elbette etmezdi. Ulay kelimenin tam anlamıyla yapılan bir hırsızlığı sanat adına yoksullara ipoteklemişti. O dönemde “Türken Raus (Türkler Dışarı)” sloganlarına muhatap olan göçmen Türk aile tutuklanabilir ve sınır dışı da edilebilirdi. Ya da tablo zarar görseydi olacakları düşünemiyorum bile. Aile Ulay’a sadece misafirperverlik göstermişti. Yoksa sanatsal bir eylem onların ilgi alanının çok da dışındaydı. Hatta tablonun öneminin bile farkında değillerdi. Ulay ailenin iyi niyetini istismar etmişti. Sanat ve etik bazen birbirini dışlayarak karşı karşıya geliyor.
Yoksulların ve alt sınıfların hayatı pozlandırılarak hala çağdaş sanata malzeme olmaya devam ediyor. Bu da başka bir yazının konusu olsun.
Ali Şimşek
[1] Hasan Aksakal, CHATTERTON’IN ÖLÜMÜ, SANATÇININ ÖLÜMÜ
[2] https://www.ekdergi.com/chattertonin-olumu-sanatcinin-olumu/
[3] Kreuzberg ve Türk göçmenler üzerine nefis bir kitap için bkz: Gökhan Duman, Ötekilerin Başkenti, 2023, Everest Yayınları
İlginç eserin başına gelenler, eseri yapan sanatçının hazin hayata vedası. İyiniyetli suistimal !
Seni de eşini de sevmedim Ulay