Bu yazıyı bir yerde yazmazsam vicdanım çatlayacak:
Yatay geçiş komisyonundaki görevim – A. Didem Uslu
1991 yılından itibaren İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümünde hocalık yapmaya başlamıştım. Hakkım yenerek sonunda savaşçılığım yüzünden bölüme girdiğim için duacıydım.
Dokuz Eylül Üniversitesinde önce öğretim görevlisi, sonra herkesin nasılsa bir seferde doçent olduğu doçentlikte, başarısız olmaktan başı dönmüş bir doçent (1995) ve sonunda alnımın akıyla ve o döneme göre (2001) pek çok yayınımla profesör olmuştum. Hayatım boyunca ülkeme yararlı ve Mustafa Kemal Atatürk’e layık bir insan olmak için uğraştım.
Övünmeyi sevmem ama gerçeklerin de ortaya çıkmasını ve bilinmesini isterim.
Gazeteleri hep saklarım. Kadro ilanlarımda nitelik bölümü bomboştur. Üniversitem benim için kadro ilan ederken, çağrıyı gazetede herkese açık yapmıştır. Gelen gelebilir, benim için ilan edilen kadroya başvurabilir. Hodri meyden! İyi olan kadroyu kazanır.
Hiçbir kadrom gazetede gözümün veya saçımın rengi verilerek ilan edilmemiştir. O yüzden de çok başarısızlıklar ve üzüntüler yaşadım. Başarıyı tırnaklarımla kazıyarak almıştım. Kanım da bölümün duvarlarından akıyordu. Ayak ve Bizans oyunlarından dürüstlüğüm ve bilime saygı ve sevgim sayesinde şükür kurtuldum. Kimse elimden tutmadı ama çevremde iyi insanlar da vardı. Dedikodu ve karalamalara kulak vermeden bu gün hamdolsun hala meslek dalım olan edebiyatta yazmayı sürdürüyorum. Yaşadıklarımı da peyder pey roman olarak yazıyorum çünkü çocukluğumdan beri haksızlığa asla tahammül edemedim. Sadece bana yapılan haksızlık değil. Pek çok meslektaşa, gence ve öğrencime yardım ettim, yollarını açtım. Tek kuralım benden daha çalışkan olmalarıydı. O yüzden vicdanım rahat ve huzurluyum. Kimseye bir borcum yok, kimseye verilecek bir hesabım olmadı. Ne kimsenin adamı oldum, ne saygıyı elden bıraktım. Herkese saygı gösteririm, herkeste hemen sevecek bir yan bulurum. Hayattaki tek kuralım, sürekli çalışmak ve herkese iyilik yapmaktır. Bunun ötesi boş!
Ancak son günlerde vicdanım sızlamaya başladı. O yüzden bu yazıyı bir yerlerde yazmak istedim. Büyük kuruluşlar büyük sesler çıkarıyorlar da, benim gibi sıradan bir öğretmenin sesi bir türlü işitilmiyor. İşitilmez de… Ben kimim ki…
1990 yılından itibaren Fakültede, eğitim/öğretim ve akademik yükseltilme dışında pek çok alanda çalışma ve görev yaptım. Yönetim Kurulu ve Fakülte Kurullarında doçent ve profesör temsilcisi olarak görev yaptığım gibi, yatay geçiş ve burs komisyonlarında çok titiz ve dikkatli bir şekilde YÖK kanunlarını uygulamaya gayret ettik. Haksızlık yapmaktan her zaman korktuk. İstatistik bölümündeki arkadaşım Serdar Kurt’la birlikte yatay geçiş komisyonunda yıllarca yatay geçiş başvurularını dikkatle ve titizlikle inceleyip çeşitli kararların altına imza attık. Aman kimsenin hakkını yemeyelim diye titrerdik. O yüzden de maalesef çok az sayıda yatay geçiş başvurusu kabul etmiştik.
Ne var ki tüm Türkiye üniversiteleri için yatay geçişte YÖK kriterleri kesin ve açıktı:
- Öğrencinin geldiği üniversiteye giriş puanı başvurduğu (Dokuz Eylül Üniversitesi) bölümüne giriş puanının altında olmayacak.
- Öğrencinin akademik ortalaması 2,5 altında olmayacak.
- Yatay geçişte sadece üç öğrenci başarılarına göre sıralanıp bölüme kabul edilecek. Yatay geçiş sadece üç öğrenciyle sınırlandırılmıştı.
YÖK koşullarını iki akademisyen yıllarca titiz ve dikkatli bir şekilde uyguladık. Pek çok öğrenciyi koşulları tutturamadığı için reddetmiştik. Başka deyişle, bilmeden birçok öğrencinin kaderine kısmetine parmak atmıştık. Nice öğrencinin yolunu kesmiştik. Ancak aynı yıllarda İstanbul Üniversitesinde bu kanun ve kurallara uyulmadan 3 öğrenciden fazlasının, hatta 20 gibi yüksek sayılarla öğrenci kabul edildiğini öğrenmek beni şoke etti. Biz düzgün iş yapalım derken, bir yerlerde keyfiyet almış başını gitmiş.
Bu durum beni çok üzdü. Her zaman düzgün işlerin yapıldığını sandığım ve inanmak istediğim Türkiye’deki bu yatay geçiş komisyonu, Dekanlık, Rektörlük ve başkalarının YÖK kuralları dışında iş görmesi beni çok üzdü, sarstı ve vicdanımı mahvetti. Üniversiteye kabul etmediğimiz gençler acaba daha sonra neler yaptılar? İnşallah başarılı olmuşlardır. Umarım Türkiye’ye yararlı bireylerdir!
Prof. Dr. A. Didem Uslu