“Hayatta iki trajedi vardır;
birisi istediğini elde edememek,
diğeri ise elde etmektir.”
-Oscar Wilde
Bebeklik çağından çıkıp, çocukluk çağına yapılan girişle başlayıp ve sonrasında ölene dek devam eden bir “şeyleri” elde etme arzusu… Bu arzunun ise hiçbir zaman tam olarak elde edilemeyeceği gerçeğini “obje petit a” kavramıyla tanımlamıştır bize büyük usta Lacan: ‘Arzularımızın eksik nesneleri’
Yine Lacan’a göre “Jouissance” kavramı ise yani acının içindeki haz ve arzunun temel kökeni, tamamen dürtülerimizle alakalıdır. Çünkü bebek, henüz bir özne olmadan annesi ile olan ilişkisinde ve kendi dünyasında çocukluk çağına, bir birey olma haline geçene kadar ki sürede tüm ihtiyaçları karşılıksızca ona sunularak jouissance’i yaşar. Buradaki acı ise anneye duyulan bağlılığın kopması ve özneleşmeyle başlar. Birbirine yakın duran bu kavramlar bir o kadarda birbirine zıttır aslında.
Lacan, dürtüsellik ve arzu üzerine bize şöyle bir örnek verir; “Eğer dürtülerimiz konuşabilseydi bize tekrar eden bir plak gibi sürekli olarak ‘daha fazla, daha fazla…’ derdi.” Ve her dürtünün aynı zamanda bir ölüm dürtüsü olduğunu dile getirir. Yani bir nevi kendi sonunu getirmek.
Bizi hayatta tutan bazı duygular vardır. Hayata daha sıkı sarılmamızı sağlayan. Umut, arzu, sevgi, aşk, tutku gibi. Arzularımız olmasaydı bu hayatta kendimize bir yer edinemezdik. Çünkü bir başkasının isteklerine ya da hayatın olağan akışı üzerine müdahale etmeden geleceğimiz bir konumdansa isteklerimiz doğrultusunda ilerlemeyi tercih ederiz. Eğer ilerleyemiyorsak, bu bize sonsuz gibi gelen, hayat ırmağının akışında kaybolup, sürükleniriz. Ne gariptir ki arzularımız hem devam etmemizi hem de başlangıcın sonunu getirmemizi sağlar.
Cemil Şov, yönetmenliğini ve senaristliğini Barış Sarhan‘ın üstlendiği 2021 çıkışlı film
Birçok film festivalinden ödüller kazanan filmde ki başrol oyuncumuzun üstlendiği (Ozan Çelik) Cemil karakteri, çocukluğundan bu yana oyuncu olma hayali ile yanıp tutuşan, bir alışveriş merkezinde çalışan, güvenlik görevlisi. Kendine rol model aldığı Yeşilçam’ın yıldız oyuncusu Turgay Göral ile birlikte alışveriş merkezinde çalışan yani Cemil’in her gün gördüğü ve iletişime geçtiği yaklaşık beş karakterli bir film.
Cemil, hep ezilen, aşağılanan, dışlanan ve hor görülen bir karakter. İdolü ise “Turgay Göral”, oynadığı filmlerde hep kötü karakteri oynamış. Filmin genel çerçevesinde bir tane iyi huylu, güzel karakterli bir kişiye rastlamıyoruz. Bütün karakterler kendi içindeki kötülükle boğuşuyor. Bir tek saf gibi görünen ama aslında yoğun bastırılan duyguların esiri olan ve zamanla ne iyilikten ne de kötülükten bağımsız tamamen çıldırmaya yönelen Cemil hariç.
Bu eksiklik gerçek dünyada da iyilerin az olduğu ve dünyaya kötülerin egemen olduğu gibi bir izlenim yaratıyor seyircide. Cemil’in hayran olduğu, Turgay Göral’ın kızı Burcu (Nesrin Cavadzade), Cemil ile aynı yerde çalışıyor. Türk aile yapısının çoğunluğunda yaşanan bazı eksiklikleri de vurgulamaktan geri kalmıyor film. Baba-çocuk iletişimindeki kopuklukları ve bu kopukluğun çocuğun yetişkinliğindeki yaşamına olan etkilerini de görüyoruz. Ve modernitenin getirdiği teknoloji bağımlılığına tek bir karede yer verilse de gözlerden kaçmıyor.
Cemil kendi arzusunun kölesi oluyor
Cemil’in içindeki, kendini topluma kabul ettirme, toplumda bir yer edinebilme ve onaylanma ihtiyacı hiç karşılanmadığı için, hem kendine hem çevresine, kendini kanıtlamak uğruna, kendisini oyunculuğa adamış ve ancak o zaman bunların gerçekleşebileceğine kendini inandırmış.
Bir süre sonra kendini iyice kaptıran Cemil’in, işlerin çığırından çıkmasıyla beraber, oyunculuk arzusunun getirdiği korkunç noktada, olduğu halinden, olmak istediği hale gelerek filmin başında tanıdığımız ve sonunda gördüğümüz birbirinden bağımsız tamamen farklı bir karaktere bürünmesi ile insanın kendi kendisini nasıl yok ettiğine şahit oluyoruz.
Hilal Serra Toplu