Customise Consent Preferences

We use cookies to help you navigate efficiently and perform certain functions. You will find detailed information about all cookies under each consent category below.

The cookies that are categorised as "Necessary" are stored on your browser as they are essential for enabling the basic functionalities of the site. ... 

Always Active

Necessary cookies are required to enable the basic features of this site, such as providing secure log-in or adjusting your consent preferences. These cookies do not store any personally identifiable data.

No cookies to display.

Functional cookies help perform certain functionalities like sharing the content of the website on social media platforms, collecting feedback, and other third-party features.

No cookies to display.

Analytical cookies are used to understand how visitors interact with the website. These cookies help provide information on metrics such as the number of visitors, bounce rate, traffic source, etc.

No cookies to display.

Performance cookies are used to understand and analyse the key performance indexes of the website which helps in delivering a better user experience for the visitors.

No cookies to display.

Advertisement cookies are used to provide visitors with customised advertisements based on the pages you visited previously and to analyse the effectiveness of the ad campaigns.

No cookies to display.

Shopping Cart
Total:

$0.00

Items:

0

Your cart is empty
Keep Shopping

“Sözcük Türetmek” – Kemal Ateş yazdı…

Türk dili tarihinde “sözcük türetmek” sanıldığı gibi Cumhuriyet dönemine özgü değildir.
Epey eskilere gider. Sandığımızdan da eski…
Örneğin, 8. yüzyılda Uygur metinlerinde görürüz ilk türetilen sözcükleri.

Uygurlar, Budizm ve Manihaizm metinlerini kendi dillerine çevirirlerken, Uygurcada bulunmayan kavramlara karşılayacak sözcük türettiler. Bizde ilk sözcük türetme işi de Uygurlarla başlar.

Osmanlı şunu anlayamadı; bir dil belli bir halka dayanır. Halka, halkın konuşma diline dayanmayan dil olmaz. Yaşayamaz. Osmanlıca bir halka dayanmıyor, adeta sözlüklere dayanıyordu. Arapça, Farsça sözlüklere dayanan dünyada başka örneği olmayan tuhaf bir dildi. Ben “tuhaf” diyorum ya, Ziya Gökalp daha sert bir söz kullanır, ama daha doğrusunu söyler, hastalıklı bir dil der Osmanlıca için. Bilinen bütün diller halkın konuşma diline dayanırken, Osmanlıca konuşma dilinden uzak bir dildi, bu nedenle Gökalp hastalıklı sayıyordu, tedavi edilmeliydi. Osmanlıca gerçek anlamda bir bilim dili olamadı. Padişah II. Mahmut döneminde Tıbbiyei Şahane (1827) açılırken Osmanlıcanın yetersizliği nedeniyle derslerin Fransızca yapılmasına karar verilmişti. Oysa II. Mahmut’un gönlünde yatan bu eğitimin kendi dilimizle yapılmasıydı. Şu sözler kendi dilinin önemini anlamış bir padişahın sözleridir:
Tıp bilimini tümüyle dilimize alıp gerekli kitapları Türkçe olarak düzenlemeye çalışmalıyız.(…) tıp bilimini öğretip yavaş yavaş kendi dilimize almak, ondan sonra memleketin her yanında Türkçe olarak yaymaktır.”

Görüldüğü gibi padişah kendi dilimizde eğitim istiyor ama Osmanlıca yetersiz. O yıllarda Batı dillerinden geçen terimlere, kavramlara Arapçaya dayanarak karşılıklar arandı. Yeni sözcükler bulunmalıydı. Batı dillerinden gelen terimler için, örneğin “damar”a şiryan, “omurga”ya azm-i batn dendi. Bu yapılan iş bir çeşit sözcük türetmedir, ancak halkın anlamadığı bir dille… Yabancı sözcükleri gene yabancı bir dilin sözcükleriyle karşılamak gibi bir tuhaflık yaşandı. Ziya Gökalp Osmanlıcanın felsefi terimleri de karşılamadığını söyler. Batı dillerinden gelen civilisation karşılığı “medeniyet”, idea karşılığı “mefkûre”, kültür karşılığı “hars” kendi dilimizden değil, gene Arapçadan türetilen sözcüklerdir. Bu biçimde sözcük türetme Osmanlı döneminde epey sürdü, böylece Arap’ın da bilmediği Arapça terimler çıktı ortaya. Cumhuriyet’ten sonra sözcük türetme işinde kendi dilimize döndük, yabancı bir sözcüğe gene yabancı bir dilden karşılık arama tuhaflığı son buldu.

Atatürk’ün buyruğuyla dernek olarak kurulan TDK dilimize binlerce sözcük kazandırdı. Bu yeni sözcüklere başlangıçta karşı çıkanlar da sonunda kullanmak zorunda kaldılar. Kapatılan eski TDK başkaydı. Bu Kurum’a yıllarca emek vermiş olan hocam Prof. Vecihe Hatiboğlu, Kurum’un kapatıldığı günlerde DTCF’de dinlediğim bir konferansında Atatürk’ün huzurunda yaptığı bir sunumundan söz ederek gözyaşlarını tutamamıştı. TDK,  Atatürk’ün huzurunda sunum yapanlardan alındı, Kenan Evren’in huzurunda sunum yapanlara verildi. Hocam boşa ağlamamış o gün. Kurum sözcük türetemiyor, yabancı sözcükler aldı başını gidiyor. Şimdi Atatürk’ün bu kurumlar için ayırdığı paranın durumunu da tartışıyoruz. Hocam Vecihe Hanım boşa ağlamamış o gün!

Geçen yazımda “skuter” karşılığı “ayakbiniti” ya da “ayakbinitçiği” sözcüklerini önerdim ya…Epey ileti aldım bu konuda, başka sözcükler önerenler de oldu. Eski kurum olsaydı, kimlerin kimlerin tartışmasına sunulurdu bu öneriler… Aziz Nesin söz alırdı örneğin, Fakir Baykurt, Necati Cumalı, Orhan Şaik Gökyay konuşurdu belki de…

Cahit Külebi’yi, Ömer Asım Aksoy’u, hocam Doğan Aksan’ı dinlerdik… Behçet Necatigil pek kürsü adamı değildi, onu da bir köşede yakalar türettiğim sözcükle ilgili düşüncesini sorardım.

TDK bir başkaydı o yıllarda…

Müsellesi mütesaviyül adla” yerine “eşkenar üçgen”i getirenler ne büyük insanlardı.

Kemal Ateş

Kitap önerisi: Mehmet Seyda, Edebiyat Dostları, Kırmızı Kedi, İstanbul 2019.

Show Comments (0) Hide Comments (0)
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest


0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments