Başlıktaki ifadeyi eminim ilk defa duyuyorsunuzdur. Sanat literatüründe soyut resimle ilgili böyle bir değerlendirme olacağını sanmıyorum diyerek soyut resimleri neden anlamadığınız konusuna devam ediyorum.
Önceki bölümde soyut resmin bilinçli tasarlanmış olanlarından bahsettim. Ve bu tür resimlerin görsel olarak birbirine çok benzer unsurlar içerebileceğini belirttim. Dolayısıyla sanatçının ne demeye çalıştığını, yani resimdeki görseller benzer olsa da neyi temsil ettiğini farklı olacağından sanatçının kullandığı dilin bilinmesi gerektiğini açıkladım. Tabi, her sanatçı için bilgiye sahip olamayacağınızı göz önüne alırsak, gittiğiniz sergilerdeki bu tür yapıtların anlamamanız çok doğaldır. Eğer sanatçıyı tanırsanız, tarzıyla yani diliyle ilgili bir şekilde bilgi sahibiyseniz o zaman yaptığı resimleri anlama şansınız olur. Dolayısıyla böyle sergilerde yapılacak tek şey, ilgilendiğiniz merak ettiğiniz görsel unsurları ve ne anlatmaya çalıştığını doğrudan sanatçıya sormaktır. Unutmayın, bu tür soyut resimler içerik olarak bilinçli tasarlanmış resimlerdir ve illaki bir açıklaması olmalıdır. Açıklama yoksa içeriği önceden tasarlanmamış yapıtlardandır. O zaman gerilmeden rahat olun, serginin keyfini çıkarın. Şimdi gelelim önceden bilinçli tasarlanmayan, adı “soyut dışavurum” olan resimlere.
Başlıkta da söylediğim gibi, bu tarzdaki soyut resimler, aslında gidip gören herkesin anladığı, anlayacağı resimlerdir, amiyane bir tabirle anlamayan yoktur, olmaz. Bunu bilerek söylüyorum. Zira bu tarzın arkasına koyulan psikanalitik teorileri, dayanakları ve yapıtları incelerseniz, mantıken de izleyen her bireyin anlayacağı yapıtlar olarak şekillenmiş olduğunu kolayca görürsünüz. Şimdi ne demek istediğimin iyi anlaşılması için soyut grubu sanatın psikanalitik zemininden, arka planından kısaca bahsetmem gerekir.
Soyut dışavurum, Bilinçaltını Zemin Almıştır
Soyut dışavurum, tıpkı sürrealizm gibi bilinçaltını zemin almıştır. Ama aralarında çok fark vardır. Sürrealizm, Freud’un bilinçaltı teorilerinin etkisiyle daha çok bilincin kontrolünde olmayan rüyalar ve temel dürtüleri konu eden, işleyen bir üsluptur. Soyut dışavurum ise çoğunlukla Carl Gustav Jung’un “Kolektif bilinçaltı” teorisini benimseyen çalışmalardır. Her ikisi de bilinçdışına bağlıdır. Bilinçaltına gönderme yapar ama aralarında önemli fark vardır
Bilindiği gibi, Freud’a göre bilinçaltı, bireyin bastırılmış, unutulmuş, çoğunlukla negatif etkilendiği tüm deneyimlerin kayıtlı olduğu zihnin bir parçasıdır. Ancak Jung, bilinçaltı tanımını Freud’dan ayrı olarak kişisel bilinçdışının altında insan ırkının canlı türdaşlarından ayrılmadığı dönem dahil, geçmiş deneyimlerinin kayıtlı saklandığı daha derinde bir alan olduğunu söylemiştir. “Arketip” adını verdiği bu alan imgelerden oluşur. Tüm insanlığa özgü olan hikâyeler mitler, folklor, sanat, dinler, semboller burada yer alır. Jung, İnsanların birbirine görünmez bağlarla bağlı olduğunu, ürettikleri düşünceler, davranış modelleri binlerce yıldır ortak bir bilinç ağında yerleştirilmiş psikolojik bir alt tabaka oluştuğunu ve bunların insana atalarından aktarılırdığını belirtir.
Gerçekten de bilime göre ilkel dönemlerden itibaren dünya üzerinde birbirinden çok uzakta hatta dünyanın öbür ucunda diğerlerinden habersiz, bağlantısız olmasına rağmen neredeyse eş zamanlı gelişmiş olarak aynı tepkileri, benzer çözümleri, davranışları sergileyen insanlarız. Bu da ortak bir bağımız, bir bilgi kaynağımız olduğunu düşündürür.
İşte soyut dışavurum resim insan bilinçaltının bu özelliğinden de yararlanarak bilinci, tasarlamayı hiç devreye sokmadan yapıtlar üretme fikriyle çeşitli yöntemleri geliştirmiştir. O kadar ki bilinç, müdahele etmesin diye mümkün olduğu kadar hızlı rastgele bir şekilde çeşitli renkler desenler çizerek, hatta boyaları rastgele serpmek dökmek gibi yöntemlerle eserler yapmışlardır. Zaten bu yüzden bu tür soyut dışavurumun bir adı da “aksiyon” resmidir. Uygulama şekline otomatizm de denir. Amiyane bir tabirle kontrolü otomatik pilota bağlayarak, kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey düşünmeden planlamadan anında yapılan hareketlerle yapıt oluşturmaktır. İşte bu nedenle bu tarzda resmi yapan bir sanatçıya sorduğunuzda “içimden geldiği gibi yaptım” cevabını çok sık alırsınız. Basitçe söylersek, rastgele bir şeyler yapıp ortaya çıkanın ne olduğuna sonra bakmak, yorumlamak mantığıyla yapılır.
Peki bu şekilde üretim mantığı neye dayanır, nereden güç alır? İşte burada biraz psikanaliz ve nörobilimden bilgiler vermem gerek. Çünkü bu bilgiler soyut resmin niye anlaşılmadığı konusunda anahtar bilgilerdir. Zira izleyicideki soyut resim algısı ile bu yapıtların sunumları arasında tezatlar, sorunlar oluşmuştur. Sebebi amiyane bir tabirle izleyici bu tür resimlere yanlış gözlükle bakmaktadır ve bu yüzden anlamamaktadır ya da anlamakta zorluk çekmekte ve de gerilip strese girmektedir. Dolayısıyla gerekli temel bilgileri çok kısa vererek devam edelim. Bunun için New Scientist dergisinin Say yayınlarında çıkan “Beynimiz Nasıl Çalışır” isimli kitaptan alıntlarla başlayayım
Geleceği hesaplamak
“Beynin çözmesi gereken en büyük matematiksel problemlerden biri, içinde meydana gelen şiddetli elektriksel faaliyet fırtınasını temel alarak geleceğe yönelik tahminler yürütmektir. Beyin bunu bayesçi yöntemle yapar Bu yöntem basit olarak geçmişte meydana gelen olayları temel alarak ve büyük resmi yeni veri girdileri ile sürekli olarak güncelleyerek gelecekte vuku bulabilecek olayların meydana gelme olasılıklarını hesaplayabilmesine olanak tanımaktır.”.S.32
Burada bahsedilen geleceği tahmin sürecinde örüntü algısı en baştadır. Öyleyse örüntü nedir? Önce ona bir bakalım. Örüntü; Olay veya nesnelerin düzenli bir biçimde birbirini takip ederek gelişmesi.(TDK) Şimdi de kitabında bu konuyu geniş ve ayrıntılı işleyen Prof. Sinan Canan’a kulak verelim.
BEYNİMİZİN ESAS İŞİ: ÖRÜNTÜ ALGISI
”Harfleri karıştırılmış bir metinden, arka arkaya dizilmiş farklı ses frekanslarından, gün içinde karşılaştığımız ilgili-ilgisiz bir çok ipucundan anlamlar üreten bu sistem, zihnimizin örüntü tanıma sistemidir ve farkında olmasak da yaşamımızı etkileyen irili ufaklı tüm kararlar, bir şekilde bu sistemin karmaşık bilgi işleme süreçlerine bağlıdır.
Zihnimizin önemli yeteneklerinden bir tanesi etrafımızda gözümüze çarpan her şeyi kendisini oluşturan bileşenleri ayırmak ve bu bileşenleri ayrı ayrı inceleyerek bütünü nasıl meydana çıktığı hakkında fikir yürütme yeteneğidir. Aslına bakarsanız duygularımızla dünyayı tanımlamamız ve anlamlandırmamız, aslında büyük oranda bu örüntü algısı ile ilgilidir.” S. 256, 263 Sinan Canan – Değişen Beynim
Prof, Canan kitabında örüntü algısı konusunda ayrıntılı açıklamalar yapmış. Ancak ben konuyu çok kısa olarak açıklayayım.
Öncelikle beynimiz hayatta kalmak beslenmek ve üreme şansını artırmak için evrilmiş, şekillenmiştir. Doğadaki tüm canlılar gibi insan da çevresinde faydalı, zararlı, hatta ölümcül tehdit olacak nesneler, başka canlılarla, olaylarla çevrilidir. Doğal olarak hayatta kalmak için etrafında olan biten her şey hakkında mümkün olduğu kadar bilgi sahibi olması çok önemlidir. Bu yüzden beyin, düşünceden eyleme, öğrenmeyle yönelik yapılan her aşamayı ödüllendirir. Bu yolla bireyi öğrenmeye, keşfetmeye motive eder. Çünkü belirsiz bilmediği şeyler tehlikeli, zararlı ya da tam tersi faydalı da olabilir. Dolayısıyla beyin, ne yapacağına, nasıl davranacağına karar vermek için bunların ne olduğunu ne işe yaradığını keşfetmek öğrenmek üzere donanmıştır. Bu yüzden beyin, göze gelen verilerden anlamlı bir sonuç oluşturmak için gördüğü şeyle ilgili örüntüyü takip eder ve parçalı bilgilerden bütünü oluşturur. Örneğin yeşil yaprakların arkasındaki kamufle olmuş bir Aslana ait göze gelen parça parça sarı benekleri birleştirir ve yaprakların arkasında bir aslan olduğunu anlar.
Özetlersek, görme olayında beyin, tümüyle görüntülerin hafızalardaki kayıtlı bilgileriyle karşılaştırılarak anlamlı bir sonuç çıkarır. Örneğin, sinemada dev perdede izlediğiniz filmlerdeki insanları, arabaları, nesneleri yakın planda görüce bunlar dev gibi, neden bu kadar büyük diye düşünmediğiniz gibi aynı filmi cep telefonunuzda izlediğinizde aynı araba ve insanlara bunlar ne kadar küçük karınca gibi demezsiniz. Çünkü beyinde bu nesneler doğal ölçülerindeki boyutlarında ortalama bilgileriyle kayıtlıdır. Beyin oradan tahmin ederek size görseli oluşturur. Onun için size normal gelir ve şaşırmazsınız. Özetlersek beynimiz gördüğü şey ne kadar karmaşık, belirsiz olursa olsun illaki onun ne olduğu, nasıl bir şey olduğunu öğrenmek, tahmin etmek şeklinde evrilmiştir. Konumuza dönersek beyin soyut resimlere baktığında da aynı yöntemleri kullanır.
Renkler, formlar, çizgilerden oluşan soyut bir resim izleyen her beyin, evrimsel yapısı gereği, bilincinde olsun olmasın, zorunlu olarak bu karmaşık görüntüde bir örüntü arar, bütüncül bir sonuç arar, ne olduğunu bilmek ister. Ve çeşitli karmaşık işlemler yoluyla bir bağlam oluşturup kendince anlamlı hale getirmeye çalışır. Böyle evrilmiştir, mekanizma böyle işler.
Her neyse, bu konularla ilgili beynimizde çok şaşırtıcı özellikler vardır. Örneğin eğer beynin yapısına bakarsanız aslında beyin belirsizlikten soyuttan haz etmez hatta nefret eder. Aynı şekilde tesadüfleri de sevmez. Bu konuyu işleyen Prof V. S. Ramachandran’ın kitabındaki “Tesadüflere duyulan tiksinti” başlığından alıntı aktarayım: “Beyniniz tesadüflerden kaçmak için sürekli akla yatkın genel bir alternatif yorum peşine düşer” (Öykücü Beyin. S.305)
Soyut resme doğru gözlükle bakmak için mecburen beyinle ilgili bu çok şaşırtıcı gerçeklere devam edeceğim.
Mustafa Günen