Serli Seta Nişanyan:
‘Türkçenin Konuşma Matematiğini Çıkardım’
Yazar, yönetmen, yapımcı, sunucu ve iletişim uzmanı Serli Seta Nişanyan ile KRT TV stüdyolarında bir araya geldik ve değerli okurlarımız için bu özel röportajı gerçekleştirdik.
Sizlere güçlü ve çok yönlü bir kadını daha yakından tanıtmak istedik. Asla pes etmeyen, imkânsız gibi görüneni başaran Serli Seta Nişanyan‘ı bu kez kendisinden dinleyeceğiz.
KitaptanSanattan.com / Yeşer Yelmez
- Öncelikle bu özel röportajda bizlerle birlikte olduğun için Kitaptan Sanattan adına da çok teşekkür ediyorum ve merakla sorularımı sorup, heyecanla cevaplarını dinlemeyi bekliyorum. Okurlarımız için Serli’yi bize nasıl anlatırsın?
Aslında Serli tek kelime ile ‘’iletişimci’’. Yaptığım her iş iletişime bağlanıyor, ister eğitim tarafı, ister sinema, isterse de yöneticilik tarafı ya da kitaplarım… Konu her ne ise iletişime bağlanıyor kariyerimde, buna da özellikle dikkat ediyorum. Hatta bu benim sloganım ‘’En iyi işim, iletişim’’. Adımın anlamı da “aşk dolu” demek; yani ben yaptığım her işi aşkla yapıyorum. Sevmeden, istemeden hiçbir şey yapamıyorum ve iletişim dünyasını da çok seviyorum. Beni sürekli güncel tutuyor. Çünkü hep şuna inanmışımdır; iletişim hayatımızın temelidir. Aslında hepimiz “meslektaşız” diyorum. Zaten iletişim konusunda herkesin ortak olduğu bir durum var. Dolayısıyla iletişim hayatlarımızın merkezinde. Ben de bu işi en iyi yapmaya çalışan insanlardan biri olmaya çalışıyorum. Hala oldum diyemiyorum ama bu alanda ortaya koyduğum kuramım, çalışmalarım ve çeşitli projelerim var ve bunun için çalışıyorum. Onun haricinde sadece bir insanım ve her zaman böyle anılmak istiyorum.
Saygının; hareketlerde ve davranışlarda olduğuna inanırım. Çok duyarlı olduğumu düşünürüm. Farkında yaşamayı seviyorum. Çok izlerim. Sadece bakmam, görmeye çalışırım. Bazen fazla farkında ve duyarlı olmak çok yük veriyor. Belli bir zaman sonra da bu durum yoruyor ve bazen enerjim düşüyor ama sonra tekrar toparlanıyorum. Genel olarak farkında yaşamayı seviyorum… Serli’yi böyle özetleyebilirim sizlere.
”Tanrı, ilahi adaletini egomuza yenilmememiz için bize göstermezmiş.”
- Yazarlık kimliğinle devam etmek istiyorum. 2004 yılında geçirdiğin bir kaza sonucunda zorlu bir dönem yaşıyorsun. Bu dönem sende bir farkındalık yaratmış ve bir anlam arayışına girmişsin. Bu zorlu süreci nasıl geçirdin?
Herkesin hayatında bir dönüm noktası vardır. Benimde dönüm noktam bu trafik kazasıydı. Çok ciddi bir dönüm noktasıydı. Kazada öyle bir şey oldu ki kalbim durma noktasına gelmiş, beni bir şekilde uyandırmışlar ama o süreç biraz zaman almış. Dolayısıyla orada gidip geri gelmek, hayatı bana tekrar hatırlattı. Aslında ben eskiden gülmezdim. Yüzümde çok fazla tebessüm olmazdı. Çünkü bana öğretilen şey ‘’kızlar sakin durur, terbiyeli olurlar vs.’’ şeklindeydi. Dolayısıyla böyle öğrenmiştim. Ama ne zaman kaza geçirdim ve kazadan sonra kısmi felç kaldım; o zaman bir şeyler değişti bende. Sadece bacaklarım tutuyordu, belden yukarısı hiç tutmuyordu. Yemek yiyemedim, konuşamadım, mimiklerim yoktu. Hafıza kaybı yaşadım, elim kolum çalışmıyordu. Üstelik ben lisanslı tenisçiydim. Çok gençtim. İncecik sportif bir tipken bir anda oldu her şey. O dönem de ’32. Gün’de çalışıyordum. Hayatımı olabilecek en iyi şekilde yaşarken, bir anda yatağa bağlandım. Bu çok ciddi bir travmaydı benim için. İnanılmaz zor zamanlar geçirdim. Bugünüme şükürler olsun. Bu yaşadığım kaza öyle bir dönüm noktası oldu ki, gerçekten güçlendim ve güçlü olduğumu hatırladım. O yüzden 2004 yılı ve peşinden gelen yıllar benim için çok enteresan yıllar oldu.
Gazetecilik bir kelime sanatıdır. Kelime ile bir insanı, markayı, durumu her şeyi vezir de edebilirsin, rezil de edebilirsin ve ben o dönem en güzel yaptığım şeyi yapamadım. Konuşamadım, hatırlayamadım, unuttum, adın ne dediklerinde bile baktım. Bu çok enteresan ve kaotik bir durumdu. Hayatım böyle gidecek sandım. Tek başıma hiçbir şey yapamayacağımı düşündüm.
Kısacası benim farkındalık anım şu oldu; Bir gün kalktım ve sonra kendime şunları söyledim: “Ben ölmedim, yaşıyorum. Etrafımdaki insanlara da acı çektiriyorum. O zaman toparlanmam lazım. Adımı hatırlayamıyorsam öğreneceğim, ağızıma attığım şeyi çiğneyemiyorsam çiğnemeyi öğreneceğim, gülemiyorsam gülmeyi öğreneceğim ve her şeyi gerekirse baştan öğreneceğim” dedim. O gün doğum günümdü.
Yıllar sonra kazayı yapan kişinin benim gibi bir durumdan ötürü olmasa da doğum gününü hastanede geçirdiğini ve bundan ne kadar etkilendiğini köşesinde yazınca kendisine mail attım. Tabii cevap gelmedi. Ama ben her zaman ilahi adalete çok inanırım… Ne tuhaf ki o da bir gazeteciydi. Beni kazadan sonra hiç aramadı, sormadı ve çok zoruma gitmişti o zamanlar. Şimdi bakınca ona da üzülüyorum. Kendiyle yaşaması zor olmalı. Bu da onun sınavıydı demek. Geçip ya da kaldığını elbette ben bilemem. Tanrı, ilahi adaletini egomuza yenilmememiz için bize göstermezmiş. Neyse, o dönemde ben tekrar her şeye sıfırdan başladım. İngilizcem çok iyiydi, Ermenicem çok iyiydi. Bırakın onları, ben Türkçeyi unuttum ve sonra dedim ki onları da öğreneceğim. Kendi hikayeme geriye dönüp baktığımda, ‘’neler yaşamışım’’ diyorum şimdi.
- Tüm bu zorlu sürecin ardından ‘’Damga Kuramı – Ben Kimim’’ adlı kitabı yazdın ve Cenevre Devlet Üniversitesi Dil Bilimi ve İletişim Felsefesi Bölümü’nde ‘’Serli Kuramı’’ olarak da patentini aldığın 13 yıllık bir araştırman kabul edildi. ‘’Serli Kuramı’’ ve ‘’Damga Kuramı’’nı bizlere anlatır mısın?
Evet… Bu zorlu sürecin ardından hepsine yeniden başladım ve madem gazeteciyim kelimelerin ardındaki gizemi çözmeliyim. Gazetecilik kelime sanatıdır. Ancak kelimeleri bazen gereksiz kullanıyoruz. Bu konuya odaklanınca da aklıma bir sürü soru üşüştü. Bu kelimeler neler? Dualar neden belli kelimelerden oluşuyor? Duaların ardındaki sır nedir? Biz niye masaya, masa dedik? Niye tencereye, ayakkabı demedik gibi bir yığın soru oluştu.
Kendimi zorlayarak, hatırlayarak, kimi zaman da yeniden öğrenerek çalışmaya başladım. Kelimelerin gizemli taraflarını, bizlere hissettirdiklerini araştırmak bana bambaşka dünyalara yolculuk gibiydi.
Dualar neden bu şekilde söyleniyordu? Onların güçlerini araştırmaya başladım. Bütün bunlara kafa yordum. İlk adım olarak Türk alfabesi üzerinden çalışmaya başladım. Bir yandan kendime de alfabeyi ve kelimeleri hatırlattım. Aslında bu bütün ders kendimeydi. Sonra kurama döndü. Doktora tezim oldu ve kitap çıktı adı: ‘’Damga Kuramı’’ oldu.
İlk çıkışı çok enteresandı. Bu durumun açıkçası iyi ve doğru olduğuna inanıyorum ki bunu defalarca profesyoneller tarafından da test ettik. Özetle şöyle; Alfabede bir sürü harf var ama bu harflerin sadece bazıları; halk dili olarak kullanılıyor. Edebiyattan bahsetmiyorum. Gün içerisinde kullandığımı kelimelerden bahsediyorum. Aslında duygularımızı, düşüncelerimizi, travmalarımızı, heyecanlarımızı belli başlı harflerle başlayan kelimelerle ifade ediyoruz. Dolayısı ile bunlara odaklandığımızda karşımızdakinin bütünsel olarak duygusal röntgenini çekiyoruz. Ben alfabedeki tüm harfleri denedim. Sonra da özellikle ‘’D.A.M.G.’’ harfleri üzerine odaklandım. Fark ettim ki bu harflerle başlayan kelimelerle çoğunlukla duygularımızı ve heyecanlarımızı ifade ediyoruz.
Hep verdiğim örnek şudur; bir kaza olsa birimiz Türk, diğerimiz İngiliz olsun ya da Amerikalı. İkimiz de farklı şekilde sorular sorarız. Mesela sen, ‘’birine bir şey mi oldu?’’ diye sorarsın. Yani özne üzerinden gidersin. Ben ise durum üzerinden giderim ‘’Ne oldu?’’ derim. Nitekim bu durum Türkiye’de daha yeni değişmeye başladı, Amerika’da 911 vardır. Ararsın ‘’Ne oldu?’’ der karşı taraf… Durumu anlatırsın. İhtiyacına göre ambulans mı, polis mi, itfaiye mi o seni yönlendirir. Fakat burada kişi üzerinden gittiğimiz için polisi ararız yani 155’i. Bu durum biz de iki yıldır değişti. Eskiden ambulans ve vs. için ayrı ayrı arardık. Dolayısıyla dil de böyle bir şey. Ben bunun üzerine odaklandım ve Türkçe’nin konuşma matematiğini çıkardım. Bu da bizim kolektif bilincimiz. Toplumsal hafızamızın temelinde, 6 bilimin desteklediği (tarih, antropoloji, psikoloji, sosyoloji, insan kaynakları, iletişim) bir teknik bulmaya çalıştım.
Mesela neden ‘’D’’ harfi ilk sırada? Çünkü Türkçe’yi konuştuğumuzda dikkat çekmeye çalışıyoruz; ‘’Dikkatin’’ ‘’D’’si.
Akıcı anlatım için; ‘’Akıcılığın’’ ‘’A’’sı.
Mesajımı dikkatli ve akıcı bir şekilde verirsem; ‘’Mesajın’’ ‘’M’’si.
Türk toplumu her zaman geçmişi referans alır; ‘’Geçmişin’’ ‘’G’’si.
Ve en beceremediğimiz şey de açık iletişim; ‘’Açık İletişimin’’ ‘’A’’sı.
Bunu bir teknik haline getirdim ve sonra araştırırken de öğrendim ki tarihte ‘’Tamga’’ denilen, Türk boylarının kullandığı sembollerden oluşan bir dil ve anlatım yöntemi var. Mesela Avşar boyu, bir çömleğe balık tutan kadın figürü resmetmiş. Buradaki amaçları gelecek kuşaklara yaşam tarzları ile ilgili bilgi veriyor olmaları. Aslında bu dil aktarımı ve dil göçü anlamında önemli bir teknik. Ben bunun üzerinde durdum. Doktora tezim olarak tekniğim, Cenevre Devlet Üniversitesi Dilbilim Bölümünde kabul edildi. Burası dünyadaki ilk dil bilimi kürsüsü olmasından dolayı da çok önemlidir. Yıllara dayanan bu araştırma, bu önemli kürsüde ‘’Serli Kuramı’’ olarak kabul edildi ve patentini aldım. Sonrasında bu tekniği kitap olarak çıkardım. Şimdi psikologlar, avukatlar bu tekniği deniyorlar. Ortalama 1500 kişiye bu tekniği uyguladık %99’a yakın doğru sonuç çıktı. Patenti bana ait ve Türkiye’nin ilk ‘’Yerel Türk Kişilik Analiz Envanteri’’ olarak da literatürdeki yerini aldı.
”O küçük kız çocuğuna o zaman verdiğim söz için bu filmi yaptım.”
- Yönetmen ve yapımcılık tarafına geçecek olursak, Serli ilkleri başarmaya devam ediyor. Türk Sinemasının ilk animasyon destekli çocuk sinema filminin yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptın. Bu konu ile ilgili neler paylaşmak istersin?
Aslında çocuklarla ilgili durumum on altı yaşıma dayanıyor. Yetimhanede gönüllü ablalık yapmaya başladığım zamanlara. İlk iş deneyimim buydu. Orada bir çocuğa verdiğim söz üzerine bu filmi yaptım.
Yetimhaneye hiç gittiniz mi bilmiyorum. Oradaki çocuklar hemen gelir, sarılırlar, konuşurlar, yakın temas kurarlar. Aralarından biri 3-4 gün hiç gelmedi yanıma… Benden uzak kaldı ama uzaktan da olsa hep beni izledi. Tombik, sıfır numara kesilmiş saçları vardı. O zaman kız mı erkek mi anlayamamıştım. Birkaç gün sonra yanıma geldi ve elime günlüğünü verdi. Dedi ki; ‘’Bunu al, eve git, tuvalete gir, kapıyı kapat, kilitle ve oku ama kimseye bir şey söyleme’’ Ben dediği gibi yaptım, okuyunca da annesi var, babası var, abi, dede, amca var “… ama bu çocuk neden yetimhanede kalıyor” diye sorguladım. Benim bildiğim yetimlik başka bir şeydi. Sonra bu çocuğun kötü bir şey yaşadığını devamındaki satırları okuduğumda anladım. Baba, amca ve dede tarafından… Ertesi gün kimseye bir şey söylemeden Müdire Hanımın yanına gittim. “Bu çocuğun ailesi var ve yetimhanede kalıyor” dedim. Bazı çocukların yaz tatilinde kaldığını, yaşıtlarından geri kalmamaları için yetimhaneye geldiklerini ve sonra evlerine gönderildiklerini söyledi. “Bu çocuğu göndermeyin, ailesi tarafından ciddi olumsuzluklar yaşıyor” dedim. Müdire Hanımdan kız çocuğu olduğunu öğrendiğim küçük çocuğun, saçlarını kazıtmış erkek çocuğu gibi olması, aslında çocuk kimliğini kabul etmeyişindendi. Müdire Hanım “dava süreci olur, süreç uzar yapamayız” dedi. Ben de tabii daha 16 yaşındayım. Üstelik de öğretmen olmak istiyorum. Aslında hayatımda ki ilk dönüm noktam bu olaydı. Çocuğa günlüğünü geri verdim ve hiçbir şey yapamadım. Günlüğü geri verirken sadece “Özür dilerim. Bir gün çok güçleneceğim ve bunun için bir şey yapacağım” dedim. Yetimhaneden çıktım ve bir daha gitmedim. Bir şey yapamadığım için de kendimi inanılmaz güçsüz hissettim. Aradan zaman geçti çocuğum olmadı. Evlat edinmek istedim o da olmadı. Bu arada üniversitede ders veriyorum. Çocuk filmlerini inceliyorum. Bunların tamamı büyüklerin hikayesinin içindeki çocuklar (Ömercik, Ayşecik gibi) olarak görüyorum. Oysa çocuk filmi olması için tamamen bir çocuk hikayesi olması gerekiyor bana göre. Bunun üzerine bir film yapsam keşke diye düşünmeye başladım. Birkaç ay sonra önüme bir senaryo geldi ve hayatımın başka bir dönüm noktasıydı. Hem çocuklar için hem de o küçük kız çocuğuna o zaman verdiğim söz için bu filmi yaptım. Hem yapımcısı hem de yönetmenliğini yaptığım ‘’Kral Yolu’’nu yani Türkiye’nin ilk animasyon destekli çocuk sinema filmini hayata geçirdim.
- Film ve belgesel hatta tiyatro yönetmenliği yaptın. Ayrıca yönetmen, akademisyen Timuçin Cengiz Asiltürk’ün ‘’Kelebeklerin Çığlığı’’ filminde iki rolde oynadın. Hem bu başarılı çalışmaların hem de kamera ve sahne arkası hakkında neler söylemek istersin?
Kral Yolu ilk sinema filmim. Sonra yönetmen olarak çalıştığım ‘’Kara Murat, Fatih’in Fedaisi’’ filmim var. Geçen sene oynadığım ve yardımcı yönetmenliğini yaptığım ‘’Kelebeklerin Çığlığı’ filmim var. Arada birçok belgesel, tanıtım filmlerim var. ‘’Güzelleşme Arzusu’’ adında beş bölümlük belgesel dizisi çektim ama henüz yayınlanmadı. Borderline adında bir tiyatro oyunu yönettim geçtiğimiz sezon. Öncesinde İBB Şehir Tiyatroları Danışmanıydım ve çeşitli özel tiyatrolara destek oluyordum. Tiyatro aslında benim ilk aşkım. Tiyatro bölümünde çok okumak istedim. Konservatuvar sınavlarına girdim, kazandım ama ailem istemediği için olmadı. Başlayamadım bile. Sonra Bilgi Üniversitesi Televizyon Gazeteciliği bölümüne girdim. Bana yetmedi sinema bölümünün de derslerini almaya başladım ve bu bölümlerin bana katkısı inanılmazdı. Elimde yine çok güzel tiyatro oyunları var ama şu anda biraz bekletiyorum. Zamanı gelince her şey sırasıyla olur diye düşünüyorum.
Derler ya “sanatçının bir derdi olmalı”, o dert var bizde. Benim de derdim var, anlatmak istediğim bir sürü şey var, çabaladığım birçok konu var. Oyunculuk da hayatımdaki güzel şeylerden, tatlardan biri. Oyunculuktan keyif alıyorum. İstediğim gibi bir rol gelirse yine yaparım.
Tabii gerçek anlamda beni en çok mutlu eden taraf ise program tarafı… Kamera önünde, hem yapımcılık, hem yönetmenlik yeri geldiğinde sunuculuk yapmayı seviyorum. Ayrıca kültür sanat benim işlerim. Çünkü çok konuşulacak konu var. İşin mutfağında olunca da daha farklı oluyor. Soru üretebildiğin için de daha güzel oluyor; daha kapsamlı, daha dolu, daha detaylı ve farklı.
- İlk kitabın ‘’Mor-Nal Unutmak’’ … Unutmak hakkında neler anlatmak istersin?
Kitapta mor bir nalın hikayesi anlatılıyor fakat mor nal kelimesi Ermenice’de kelime anlamı olarak unutmak demek ve ben hayatım boyunca da şöyle bir mantık geliştirdim; bazen iyi bazen de kötü olabilir ama ben iyi tarafından alıyorum her şeyi. İstemediğim, sevmediğim, beni aşağıya çeken, demoralize eden her şeyi kafamdan siliyorum. Unutuyorum yani.
Kitabın çıkış noktası az önce anlattığım kazadan sonra unutmamı temsil etti ve bu hayatım için çok önemli bir şeydi. Gülmeyi hatırladığım gibi unutmanın da çok güzel bir hediye olduğunu hatırlattı kaza bana. Kitapta da bol bol buna değiniyorum. Aslında unutmanın bize verilmiş olan en güzel hediye olduğunu düşünüyorum tabi yerine göre.
- Biraz da iletişim uzmanlığı kimliğinden bahsetmek istiyorum. Trend Myth adında bir markan var. Kurumsal ve bireysel destekler veriyorsun. Hangi uzmanlık alanlarında sana başvurulabilir?
Trend Myth benim hem telif şirketim, hem yapım, hem de akademik tüm çalışmalarımı yaptığım bir şirket. Benim uzmanlığın şu; ‘Bulanık Mantık” yani “Mantığı Netleştirme’’. Temel İletişim eğitimlerimin yanı sıra koçluk hizmeti de veriyorum. Aslında temelde hedef belirlerken öncelikle küçük hedefler haline getirip, oradaki o motivasyon ve başarıyı elde ettikçe büyük hedefe ulaşma yolunu anlatıyorum. Bu benim ana uzmanlık alanlarımdan biri. Bunun haricinde genel iletişim, kişiler arası iletişim, marka iletişimi de çalışma alanlarım arasında. Profesyonel koçum. Özellikle de yetişkinler, gençler ve işletmeler benim alanım. Yıllarca da marka danışmanlığı yaptım ve bunlar arasında çok büyük markalarla işbirliği yaptım.
- 2024 yılında KRT TV ile yollarınız kesişti. Program yapımcısı ve ‘’Şehrin Parıltısı’’ isimli özel konu ve konukların olduğu programı hayata geçirdin. Programın içeriği ile ilgili ne söylemek istersin?
Evet, son birkaç aydır KRT TV’deydim. Şehrin Parıltısı, öncelikle bana, beni hatırlattı ve çok iyi geldi. Programı bant çekiyor olsak da canlı yayın gibi akıcı, tekrar almadan, bölünmeden çekiyoruz. Bu benim için iyi bir deneyim oldu, sevdiğim işi yapıyorum. Bende şöyle bir şey var; kurguda, araştırma kısmında ve diğer alanlarda da anladığım işleri anlamamış gibi yapıp, gençlerin yapmasına fırsat veriyorum. Yeri geldiğinde onları uyardığım noktada, kendimi de aslında görmüş oluyorum; ‘”evet ben bu aşamaları geçmişim’’ diyorum, bir daha idrak ediyorum. Artık bir yetişkinim ve ben örnek oluyorum.
Sohbetin başında dediğim gibi iyi bir iletişimciyim. Buna inanıyorum ve bu alanda daha da iyi olabilmek için kendimi eğitiyorum ve kendime hedefler koyuyorum.
Şehri Parıltısı programı da bana, benim her zaman dediğim gibi en önemli şeyin yani merak etmenin kapılarını açtı. Gazetecinin mesleğini en iyi şekilde yapabilmesi için merak etmesi gerekiyor. Sanatçı merak edip, üzerine eğilebildiğinde onu başka bir noktaya taşıyor. İnsan merak etiği insana o soruları sorduğu zaman daha iyi dinleyen, daha iyi dost oluyor. Ben de onu yapmaya çalışıyorum. Gelen konuğu tanısam da tanımasam da hakkındaki genel fikirleri ya da kişi ile alakalı araştırma yapıp elbette bir şeyleri okuyorum ama en çok merak ettiğim şeyleri soruyorum.
Bu program bana samimiyetin, merakın ve doğru soruların bunların gerçekten karşılığının olduğunu gördüm. İzleyici samimiyeti görüyor. Bu programda işe yaradığını gördüm. Buradaki en büyük amacım; objektif haberciliği sadece siyasette değil, ”kültür sanatta da yapabiliriz”i göstermeye çalışmaktı. Reytinglerde de bunun karşılığını gördüm ancak her şey gibi bu programın da bir süresi vardı ve tamamlandı. Kanalla yollarımızı ayırdık. Halen insanların seyredip geri dönüşlerini duyduğum zaman mutlu oluyorum ve kesinlikle beni bu yolda destekleyen kültür aşıkları var. Sizin aracılığınızla da tüm izleyicilerime teşekkür ediyorum. Şimdi ‘Şehrin Gündemi’ adıyla kendi youtube kanalımda aynı şekilde devam edeceğim. Beni instagramdan takip ederlerse gelişmelerden haberdar edeceğim herkesi.
- Serli Seta Nişanyan emin adımlarla yoluna devam ediyor. Gelecek hedeflerin hakkında paylaşmak istediklerin nelerdir?
Projeler var. Yazdığım işler var ve bir roman yazma hayalim var. Bu alanda çok da iyi bir editörle anlaştım. Büyük ustaların editörü Necla Feroğlu ile… Yaz sonu çalışmalara başlayacağız. Ben yazdıklarımı sürekli kenara koyarım. Geçenlerde bir arkadaşım dizi projesi istedi. Yazdığım romanı senaryolaştırıp dizi olarak yazmaya başladım ve elimde pek çok güzel hikaye var.
Ayrıca 1,5 yıl önce bir kitap yazdım. 13 yetimin hikayesiydi bunlar. Hayatım boyunca gördüğüm, yaşadığım tüm yetimlerle ilgili bir öykü kitabı… Şimdi basılması için çabalıyorum. Çünkü yayınevleri öykü kitaplarını istemiyor, para kazandırmaz, iyi bir yatırım değil gözü ile bakıyorlar o yüzden çabalıyorum. İçindeki bazı bölümleri film senaryosu olarak yazıyorum.
Kısacası üretmezsem hasta oluyorum, depresyona giriyorum. Onun içim benim sürekli üretmem lazım. Bu yüzden de daima çabalıyorum.
”Kötüsünü de okusunlar ki iyisini ayırt edebilsinler.”
- Son olarak özellikle yeni medya, iletişim ve yazarlıkla ilgilenen gençlerimize tavsiyelerin nelerdir?
Çok merak etsinler, beni ilgilendirmez demesinler. Mesela şu çok önemli; benim matematiğim, kimya, fiziğim çok iyiydi bana neden sosyali seçtin demişlerdi lisedeyken. Evet orada da kalabilirdim ama matematik bilgimin bu tarafa, sözele katkısı çok oldu ve gerçekte animasyon yönetmeni olarak masa üstü dijital işler yapıldığı zaman veya çekimde açıları, mesafeleri bir şeylerin hesabını çok rahat yapabilen bir yönetmenim. Her yönetmen böyle değil. Bu bilginin katkısını es geçemem.
En önemli tavsiyem; merak etsinler. Duyarlı ve farkında olsunlar. Okusunlar, ne buluyorlarsa okusunlar. Kötüsünü de okusunlar ki iyisini ayırt edebilsinler. Mesela projelerimde stajyerlere işin mutfağını öğretmek istiyorum. İmkan ve fırsat tanıyorum; gel mikrofonu sen tak diyorum, çünkü merak etsin, öğrensin ve özgüveni yerine gelsin istiyorum. Bizde kendimiz kenardan, aşağıdan, üstten bakarak böyle oluyormuş diyerek bulup, öğrenmiştik. Gençlerden pes etmemelerini istiyorum; biri cevap vermiyor mu, tersliyor mu, ona cevap vermek yerine, saygıya ve hiyerarşiye dikkat etsinler ve kesinlikle bir konunun peşinden gitsinler. Bir şeyin uzmanı olsunlar ama bir çok şeyden de anlasınlar.
KitaptanSanattan.com / Yeşer Yelmez