Customise Consent Preferences

We use cookies to help you navigate efficiently and perform certain functions. You will find detailed information about all cookies under each consent category below.

The cookies that are categorised as "Necessary" are stored on your browser as they are essential for enabling the basic functionalities of the site. ... 

Always Active

Necessary cookies are required to enable the basic features of this site, such as providing secure log-in or adjusting your consent preferences. These cookies do not store any personally identifiable data.

No cookies to display.

Functional cookies help perform certain functionalities like sharing the content of the website on social media platforms, collecting feedback, and other third-party features.

No cookies to display.

Analytical cookies are used to understand how visitors interact with the website. These cookies help provide information on metrics such as the number of visitors, bounce rate, traffic source, etc.

No cookies to display.

Performance cookies are used to understand and analyse the key performance indexes of the website which helps in delivering a better user experience for the visitors.

No cookies to display.

Advertisement cookies are used to provide visitors with customised advertisements based on the pages you visited previously and to analyse the effectiveness of the ad campaigns.

No cookies to display.

Shopping Cart
Total:

$0.00

Items:

0

Your cart is empty
Keep Shopping

Sanatçı Sanatçının Dostudur! – Bülent Bakan yazdı…

Günlerden bir gün(aslında tam da bugün ve hatta son saat içinde) her gün olduğu gibi günlük bilimden ve sanattan iki yakası bir araya gelememiş memleketimin en köklü gazetesini en son sayfadan başa doğru okumaya başladım. Ölülerin altın takmadığını gördüğüm haberden sonra ‘Kültür’ sayfasında gazetemin bir süre uzaklaştırılmış olmasına rağmen geri dönmüş bana göre en değerli yazarının dokunaklı ve hüzünlü yazısını büyük bir keyifle ve hüzünle okudum. Bu yazılar öyle güzel olur ki içinde bir hazine saklıdır. Ben de yapı-bozumcu(Her nesneyi parçalar ve içine bakarım) karakterim gereği bu yazıları çok severim.

‘21 Haziran günü, Kaliforniya’nın Berkeley kentinde, büyük bir çınar son nefesini verdi. Amerikalı sanat tarihçi Peter Selz, dinlendiği bir yaşlılar evinde vefat ettiğinde, Amerikan sanat dünyasına en az 70 yıl boyunca yön vermiş, sayısız unutulmaz sergi, kitap ve makaleye imza atmış tam 100 yaşında bir efsaneydi. Kendisinden önce, Amerikan soyut resmine damga vurmuş Clement Greenberg ve halen yaşayan ona göre “genç” yazar 84 yaşındaki Donald Kuspit, Doğu yakasının, New York’un efsaneleri oldular. Peter Selz ise, 1958-1964 arasında, dünyanın en önemli sanat kurumu, New York Modern Sanat Müzesi MoMA’nın Resim ve Heykel bölümünü yönetmiş, tarihe geçen sergiler düzenlemişti. Ardından 1965’te kurulan Berkeley Sanat Müzesi’ni sıfırdan ele alıp, Batı yakasının sanat ortamına altın harflerle adını yazdıran bu kalıcı esere imza atmıştı.’

İki yakası bilim ve sanatta bir arada olan okyanus ötesi kıtada efsanelerin nasıl ortaya çıktığına güzel bir örnek. Sanat dünyası ve bilim dünyasında sıçramaları yaratan yapılarda kendi de hiperaktif yaratıcı beyinlerin olması esas farkı yaratıyor galiba. Kendi de üretmeyen yöneticilik yapmasın. Yapamıyor zaten. Sonrasında uzak doğu- yakın doğu uzak yaşlı avrupa-yakın daha yaşlı avrupa açık ara fark atıp tur bindirirken biz nal toplamaya devam ediyoruz.

‘Naaşı yakıldıktan sonra, külleri yakın arkadaşı ünlü Amerikan soyut sanatçı Sam Francis’in mezarının yakınında almış olduğu ebedi istirahatgâhının üzerine serpildi. Ölümünden kısa süre önce, 2 Nisan günü yapılan bir törenle 100. yaş gününü kutlamıştı. Berkeley’de müze yetkilileri, sanatçılar, arkadaşları, yazarlar herkes geldi o buluşmaya. Tam 31 Mart seçim günlerimize denk geldiği için, çok arzu etmeme rağmen bu buluşmaya katılamamıştım. Aynen 23 Haziran seçim nedeniyle ölümünde de törene katılamadığım gibi…’

Yüz yıllık sanat macerası ne büyük bir mucize. Sanat merkezinin büyük savaş sonrasına eksen kayması bu süre içinde gerçekleşirken tam da sıklet merkezinde olmak ne büyük bir şans. Her yere uzak Antartika soğukluğunda olan sanat ortamında bu tecrübeye yaklaşmış çok az sanatçımız ve bilim adamımız olması da kürenin sıklet merkezinden ne kadar ayrı kaldığımızı gösteriyor. Bu sıklet merkezinde dolaşmış kutup kaşiflerinden biri de aslında yukarıda yazılanlarının ressamıdır.

‘Peter Selz ile yollarımız kesiştiğinde 27 yaşında, “canlı kalmak için çarpışan” genç bir sanatçıydım. 35 yıl ve 10 gün öncesine dönelim, 30 Haziran ve 1 Temmuz 1984 tarihine. Daha sonra 1994’te yayımlanan “Maymunların Resim Yapma Hakkı” kitabımı veya gençlik otobiyografimin 2. cildi “Sonsuz Okyanus”’u okuyanlar, bu konunun detaylarını zaten biliyorlar. O günlerde San Francisco Modern Sanat Müzesi’nde “İnsanlığın Koşulları” başlıklı yeni dışavurumculuk hakkında “sözde uluslararası” bir sergi açılıyordu. Küratörlüğü üstlenen müze müdürü ve yardımcısı inanılmaz bir ırkçılıkla, “Ortadoğu veya Yakındoğulu sanatçıların zaten böyle bir sergiye giremeyeceğini ama isterlerse birleşip küçük bir galeri kiralayıp orada sergi açabileceklerini” ifade eden skandal bir mektuba imza atmaktan çekinmemiş, konu alevlenmişti. Sanat tarihine “San Francisco Manifestosu” olarak geçen 2 sayfa olarak davetlilere müze önünde ve ertesi gün büyük panelde dağıttığım ağır uyarı, Batı sanat düzenini modern ve çağdaş sanat tarihini sürekli olarak 5-6 ülke arasında tutmakla suçluyordu. Panelde, müze müdürü panik içinde konuyu bir anlaşmazlığa bağlayıp, dünyanın en önemli eleştirmenleri önünde kendini özür dileyerek kurtarmaya çalışmıştı. Bu tarihi sanat efsaneleri arasında Amerika ve Kaliforniya’nın tek yaşayan devi, Alman Ekspresyonizm tarihini başından yazarak dünyaya tanıtan en büyük eksper Peter Selz vardı.’

Ankesörlü telefonlar ile sağlıklı haberleştiğimiz ve küreden her anlamda kopuk olduğumuz bir dönemde küredeki geride bırakılan tüm maymunların da sanatçı olabileceğini haykırmak ve bunu bir manifesto ile ortaya koymak gerçekten büyük bir sanat devrimidir. O dönemi yeni yetme bir sanatçı adayı olarak çok erken fark etmiş ve yakından takip etme şansım olmuştu. Değerinin tam olarak anlaşılması için daha ne kadar üzerinden genel göreceli nehrinin su akıtması gerektiğini bilmiyorum. Küredeki neandertallerin (maymunların) bu manifestoya çok şey borçlu olduğu bir gerçek.

”Hikâyenin bu kısmını mecburen kısa keselim. Aradan bir yıl geçtikten sonra, Selz’in bu sefer Berkeley Üniversitesi’nin Sanat Tarihi bölümündeki odasına baskın yapıp, yanıt alamayınca bir not bırakmıştım, Manifesto’yu hatırlatarak, fazla da ümit bağlamadan. Ama iki gün sonra beni aradı ve inanılmaz bir şekilde randevu verdi. “Demek sensin o Manifesto’yu dağıtan” diye heyecanla beni oturtmuştu karşısına. Arkasından Amerikan sanat dergilerinde, sergi kataloglarımda hakkımda en çarpıcı makaleleri yazmakla kalmadı, benim için çok daha önemli olan “Doğu-Batı uçurumu ve kültür emperyalizmi” ve “sanat tarihini oldu bittiye getirmek” tezlerim konusunda en yetkin isim olarak haklılığımı tescil etti. Hele aradan 12 yıl geçtikten sonra “Ana Akımların Ötesinde” başlıklı kitabında, Ferdinand Hodler, Max Beckman, Sam Francis, Alman Realizmi, Chicago Modernizmi, Eduardo Chillida, Rupert Garcia gibi konu başlıklarından sonra o kitabı benim hakkımda bir bölümle bitirerek Amerikan sanat ortamının bu konudaki vizyon darlığını vurgulanması ve gelecek kuşaklara bu son makaleyle bağlanması, hakkımda söylediği mahcup edici sözlerden çok daha önemliydi. 80’ler ve 90’larda Batılı sanat tarihçilerinin gerek bizim gerek diğer gelişmekte olan ülkelerin sanatçılarına karşı ördükleri duvarların yıkılması açısından bunlar tarihe geçen kilit hamlelerdi. Umarım insanlar bunun daha da farkına varacaklar…”

Büyük sanatçı ve bilim insanı dostlukları işte böyledir. Büyük bilim insanları ve büyük sanatçılar bilim insanı ve sanatçıların ortaya çıkmasında büyük rol oynarlar ve hatta ebelik yaparlar. Burada esasen ortaya konan işlerin samimiyeti ve düşünceleri bu dostluğu destekler ve ortaya konan emektir bağlantıyı sağlayan. Konsept doğru değilse  ve ortada gerçekten patlama yapacak bilimsel düşünce ve sanat işleri yoksa büyük bilim insanları ve sanatçılar bayrak devir teslimini yapamazlar. Bilim ve sanatta buna sayısız örnek bulabilirsiniz. Renoir /Monet, Paul Gauguin /Vincent van Gogh, Man Ray /Marcel Duchamp, Lucien Freud /Francis Bacon, Camille Pisarro /Paul Cezanne, Jackson Pollock / Willem de Kooning, Edgar Degas / Edouard Manet,  Warhol / Basquiat, Pablo Picasso / Calder, bizden Bedri Rahmi ve Fikret Mualla ve daha nice sanatçı… Peter Selz de aslında kürede en esaslı devrimin ve bu devrimi besleyen o muhteşem işlerin etkisi sayesinde bu dostluğa gereken emeği vermiştir.

‘Peter’la ömür boyu arkadaş kaldık. 1987’de ABD merkezli yaşamım bittikten sonra da, Amerika’ya ister sergi açmak, ister gezmek için her gittiğimde kendisini hep ziyaret ettim, o bilge insanla sohbet doyulmaz bir zenginlikti. Büyük kıtada sanki öz amcam ya da dedem gibiydi. Eşi Carol ile Sibel’i ve beni o muhteşem modernist villasında her ağırladıklarında her saniyeyi dondurmak isterdim o mütevazi samimiyet karşısında.’

Sanatçı dostlukları işte böyle ölene kadar ve hatta öldükten sonra da devam eder. Bir ömür boyu sürer. Araya hiçbir şey giremez. Ne para söz konusu olabilir, ne dedikodular ve ne de başka bir şey araya girebilir. Bağlantı aslında çaktırmadan işler üzerinden konuşur. Her iki sanatçı da(bilim insanları için de aynı şey geçerlidir) yaptığı işler üzerinden konuşur, birbirini besler, etkiler. Her iki taraftan biri vazgeçip de bilimi yapmayı veya sanat yapmayı bırakmazsa bu bağlantı asla kopmaz. Sanat işleri gerçekten iyi ise iki sanatçı da buradan büyüyerek ve olgunlaşarak çıkarlar. Sanat eseri gerçektir, yalan söylemez, en etkili iletişim aracından bin kat güçlüdür. Bir sanat eserini en iyi anlayan da o eseri yapan sanatçının büyük sanatçı arkadaşıdır aslında ve gerçek çekim gücü de işte bu sanat eserleridir.

‘Peter, ömrünün son gününe kadar sergiler düzenlemeye, kitap yazmaya, makale yazmaya devam etti. Rahmetli babamın deyimiyle sanki onun da “Tanrı ile 1000 yıllık kontratı vardı” Kendisini sanatla ilk tanıştıran, sanat tacirliği yapan dedesiydi. 1934 yılında, 15 yaşındayken bir Alman polis karakolunda en ünlü Alman Dışavurumcu ressamlara ait eserlerin dejenere sanat diye toplanıp birbirinin üstüne yığılmış, perişan halini görüp şoke olmuştu. Dünyanın en büyük Alman dışavurumculuğu eksperi ve tarihçisi belki de o anda doğmuştu. San Francisco Manifestosu, iki yıl önce, sanat dünyasına yön veren en önemli 100 manifestodan biri olarak İngiltere’de Penguin Yayınları tarafından çıkarılan “Biz Neden Sanatçıyız?” (Why are we artists?) kitabında yer almıştı. En büyük üzüntüm kendisini Türkiye’ye getirecek fırsatı yaratamamış olmak.

Şimdi Peter, belki o sürekli âşık olduğu güzel kadınları temsilen hurilerin eşliğinde, cennette büyük sergilerini açtığı Rothko ile, Rodin ile, Nathan Oliveira ile kahkahalarına ve sanat tartışmalarına devam ediyordur… Hem de artık zaman kısıtlaması olmadan!’

Bence Peter Selz, küredeki sanat ortamının Neandertallerin de katılımıyla daha zengin ve daha sağlıklı olmasını sağlayan arkadaşının ziyaretine sayısız kez gelmişti. Açılan o büyük sergilerde hep buradaydı. Bilimde ve sanatta işlerin böylesi bir kuantum etkisi vardır. İşler hem bu kürenin en uzak köşesinde ve sıklet merkezinin göbeğinde olmanızı sağlar. Cebimizdeki Güney Korelinin bunu başardığına ve kürenin her yerinde elden düşmediğine aldanmayın. Büyük sanatçılar bunu yüzlerce yıldır sanat eserleri üzerinden gerçekleştiriyordu zaten. Sanatçı dostlukları böyledir. Bir tesadüf ile başlar ve ömür boyu ve sonrasında birbirini beslemeye devam eder. Yeter ki taraflardan biri üretmeye ara veya son vermesin. Yüz yıl sanatta ve hayatta çok uzun süredir. Kürenin sanatından uzak bu antartik topraklardan kürenin sanatına bir etkimiz olmadığı da yalan. Sanat kimsenin tapulu malı değil. Hangi sanatçının nerelerde ne etkilerde bulunduğunu da Neandertalleri dışarda bırakmayan sanat tarihçileri mutlaka yazacaktır. Yeter ki kürenin bir parçası ve bu kürenin sanat yapan bir Neandertali (maymunu)olduğumuzu unutmayalım.

Benim de bir ömür boyu ve sonrasında sürecek büyük sanatçı dostlarım var. Bu dostlarımın yüz yıl ve hatta daha fazlası sanat yapmalarını diliyorum. Sanatçı dostluğu başka hiçbir dostluğa özellikle de politik dostluklara benzemez.

Üretmeye devam, bu kürenin bir parçası olmamız için duvarlarınız boş kalmasın, depolar boşalsın.

Bülent Bakan

Comments are closed