Dostlarım, ülkemizin sosyal gündemiyle ilgili yazmaktan dolayı bir süredir ara verdiğim sanat yazılarıma devam ediyorum. Önceki yazımda (sanat ve sıcaklık) “Sanatın, insan zihnindeki ünik, biricik olan algısı, güzel ve estetik çabaları insan bilinçaltından kaynaklanan gelişmelerdir. Bunların psikanalitik izahları vardır.” demiştim. Oradan devam ediyorum. İnsanın bu davranışlarının temeli insan türünün var oluş aşamalarıyla yakından ilgilidir. Benim sanat konusundaki görüşüm ve yazılarım da işte bu temele oturtulmuştur. Yeri geldiğince daha ayrıntılarıyla açıklayacağım. Şimdilik bu temeli kısaca belirteyim.
İnsan türünün düşünceleri, inançları, yönelimleri, kararları ve davranışlarının tümü nedensellik ilkesine yani sebep sonuca bağlı olarak oluşmuştur. Estetik değerlendirme de buna dâhildir ve yapısal bir durumdur. Estetik kaygı; ister Tanrı deyin isterse doğa veya evrim sonucu deyin, insan mutlu olsun, memnun olsun, yaşamdan keyif alsın diye verilmemiştir. Diğer bütün duygusal eğilimler, hazlar ve acılar insanın hayatta kalması için genler tarafından dizayn edilmiş yöntemlerin sonuçlarıdır. Kısaca estetik kaygı, insanın var oluş, davranış programında gömülüdür. Yani bilincin dışındadır. Bu yüzden estetik bir uğraş olan sanat; felsefe veya dilsel yapıları kullanarak daha basit seviyelere indirgenip sorgulanamaz.
Maalesef insanın bu durumunu bilmeyen ya da göz ardı eden üstelik aralarında, “duayen” denilen sanatçılar var. Onlar da sanat kavramının içeriğine ilişkin anlam yitimine sebep olacak pervasızca çıkışlar, yorumlar ve de uygulamalar yapmışlardır. Bu makul karşılanabilir. Çünkü sanatçının sanat adına yaptığı her türlü söylem ve eylem sanatsal özgürlük kapsamındadır. Ancak her çıkışları, yapıtları mutlaka sanat değildir. İşte sanatta gelinen karmaşık noktanın sebebi, bu ayırımı iyi yapamayıp, sanatçının her sözünde ve yapıtında hikmet arayarak onu yüceltme çabasında olan sanat insanlarıdır. Bu konuya modern resim denince akla ilk gelen ve benim için de bir sanat dehası olan Picasso’dan örnekler vererek devam edeyim. Onun sanata ilişkin röportajları ve sohbetlerinde söylediği ifadelerden derlenmiş bir kitaptan kısa cümlelerle başlayayım:
“Önemli olan bir sanatçının ne yaptığı değil, ne olduğudur.” -Picasso on Art: A Selection of Views. Dore Ashton
Bu ifade kulağa çok hoş gelen ama çok tartışılan bir özdeyiştir. Bu ifadenin hoşluğundan yola çıkan birçok sanat insanı yorumlarına “Picasso aslında şunu demek istedi” diye başlayarak çok farklı sonuçlara bağlamışlardır. Tabi birçoğunun gerçekte yaptıkları yorumlar, Picasso’nun sözleri üzerinden kendilerini ön plana çıkarma çabasıdır. Çünkü bu özdeyişin kurgusunda mantık hataları, olduğu gibi pratiğinde de açmazlar vardır.
Öncelikle Picasso’nun söylediği “Bir sanatçının ne yaptığı değil, ne olduğu önemlidir.” konusunda iki muhatap zamir vardır. Birincisi çoğul yani tüm sanatçıları kapsar. İkincisinin kapsamı çoğul olsa bile sözün içeriğine göre yalnızca kendi sanatçılığına gönderme yapıyor, muhatap kılıyor olabilir. Her iki durumda da sanatçının ne olduğu, mantık olarak kendi dışındakilerin değerlendirmesi sonucu belirlenebilir. İşte sözünü ettiğim açmazlardan biri burada başlıyor. Eğer sanatçı kendi dışındakiler tarafından tanımlanacaksa neye göre tanımlanacak, kıstasları ne olacak? Yani sanatçının ne olduğu önemli ise doğal olarak ne olması gerektiğine ilişkin normlar, ölçütler olmalıdır. Zira sanatın ne olduğuyla ilgili belirgin izahlar ve ölçütler olmazsa sanatçının ne olduğunun derecesi tespit edilemez. Bu yüzden Picasso’nun önermesi öncelikle sanatın ne olduğuna bağlıdır ve zorunludur. Onun gibi dahi bir sanatçı bu sorunu atlamaması gerekirdi.
Plastik sanatlar bir edim bir yapıt ortaya koyuş gerektirir. Buna göre bir sanatçının ne olduğundan önce sanatçı olduğunun kabul görmesi gerekir. Bunun da tek yolu bir yapıt sunması ortaya koymasıdır. Dolayısıyla da esere zorunludur. Bir benzetme yaparsak; birisi için büyük futbolcu dediğinizde o kişinin sahadaki top hâkimiyetinden, topu en doğru şekilde ve ustaca kullandığından yani ortaya koyduğu eyleminden bahsediyorsunuz demektir.
Bu açıdan baktığınızda sanatçının ne olduğunun belirlenmesi onun eserinin durumuna endeksleniyor. Yani Picasso’nun yargısı tersine dönerek, bu kez eser, sanatçının ne olduğunu belirliyor. Aslında gerçekte de durum böyledir. Yakından tanıyanlar hariç dünyadaki herkes Picasso’yu eserlerinden tanır. Sanat insanları da onu kim olduğunun değil, zorunlu olarak eserleri üzerinden değerlendirirler.
Bir başka ilginçlik daha var. Eğer ısrar edip Picasso’nun bu sözü sadece kendiyle sınırlıdır, kendini tanımlıyor şeklinde yorumlarsak bile ortaya farklı açmazlar çıkıyor. Diyelim ki Picasso bu ifadesine uygun sanatçı olarak kendini adres gösteriyor. Ki gerçekten de Picasso dahi bir sanatçıdır. Ancak bu kez de eserin durumu ile ilgili büyük bir problem ortaya çıkıyor. Şöyle ki! Eğer eser önemsiz ise ya da önem derecesi sanatçının ne olduğuna bağlı ise bu durumda o eser adeta ünlü bir sanatçıdan veya kişilerden alınmış hatıra eşya ya da eşyadaki imza durumuna düşüyor. Diğer önemli insanların eşyaları gibi bir sonuç ortaya çıkıyor. On milyonlarca dolara alınan Picasso’nun eserleri ondan bir hatıra eşya statüsüne iniyor. Elbette insanlar ünlü kişilerden eşya ya da imza almayı önemserler. Ancak bu eğilimi sanatın içine sokamazsınız. Sokarsanız ne olur? Aralık 2008’de Ortadoğulu bir gazeteci bir toplantısında Amerikan Başkanı Bush’a ayakkabı fırlatmıştı. Sonra o ayakkabı bir müzayedede on milyon dolara satıldı. Eğer Picasso’nun özdeyişinden yola çıkarsanız, onun milyonlarca dolara satılan eserleriyle başkan Bush ile ünlenen ayakkabıyı aynı kefeye koymuş olursunuz.
“Sanatçının ne olduğu önemlidir.” sözü kendi zamanında olduğu gibi diğer zaman dilimleri için de kullanışsız. Çünkü sanat tarihinde Van Gogh, Paul Gauguin gibi dev sanatçılar var. Onlar Picasso’nun bu özdeyişine kesinlikle uygun önemli sanatçılardı. Ne var ki onların ne olduğunu belirleyecek olan kendi dönemindeki sanat insanlarının yorumlarına bakarsak ikisinin de durumları üzücüdür. Hem Van Gogh’un hem de Gauguin’in önemli sanatçı olduklarına ilişkin pozitif bir yorum pek yoktur. Aksi olsaydı bu kadar maddi sıkıntılar çekmezlerdi. Eserleri ilgi görmediği gibi sanat oluşundan bile bir hayli kuşkular duyulmuş ve tartışmalar olmuştur. Bazıları bu sanatçıların değeri sonradan anlaşılmış olabilir gibi sığ itirazlarda bulunabilir. Picasso’nun yorumu, eser sanatçı birlikteliğinde sanatçının önemini baz almıştır. Van Gogh ve Gauguin’in değerleri ise kendilerinden değil eserleri üzerinden ortaya çıkabilmiştir. Arada çok fark vardır.
Kısaca bu özdeyişin neresinden bakarsanız bakın öyle hikmetler, metaforlar çıkarılacak sağlam ve tutarlı bir zemini yok. Yeri gelmişken şunu da belirteyim. Sanatçı ve eser konusunda Picasso’ya tam zıt görüşte olan birçok sanat insanı ve filozoflar da vardır.
“Sanat yapıtı sanatçının eli ve etkinliğiyle yaratılır, onun kimliği neyle ve ne zaman ortaya çıkar, ebetteki yapıtıyla. Zira yapıtın bir ustaya itibar kazandırması demek, sanatının ustası olarak bir sanatçının öncelikle o yapıt sayesinde doğması demektir. Sanatçı, yapıtın kökeniyse; yapıt da sanatçısının kökenidir.” (Martin Heidegger Sanat Eseri’nin Kökeni’ 2004: 161).
İşte bütün bu karmaşalar sanatı sorgulama gibi saçma argümanlardan kaynaklanmaktadır. Felsefi jargonları kullanarak sanat kavramının içeriğini ucube fikirlerle değiştirme yaygaralarının sonuçlarıdır. Gelecek yazıda bu konuya devam edeceğim.
Mustafa Günen