Sosyal medyanın sosyalist olmadığı her halinden belli yüzsüz uygulamalarından biri hayvanların vahşi yüzünü sorguladığım bir serideki kolajımı paylaşımdan 15 saniye sonra sansüre çekti. Sanat eserlerim izleyicinin yanlış okumaları nedeniyle başımı hep derde sokmuştur. Bunların arasında kendileri de sanatçı olan Salieriler de az değildir.“Salieri Never Dies” da bunu anlatan bir seri idi. Bu da yanlış okunan işlerden biri oldu. Büyük beyazlardan biri NASA’nın MARS projesine dâhil olmak için ‘Su NASA mi NASA’ diye yalakalık yapıyordu. NASA belki insafa gelir de büyük beyazların neslini korumak için Uslulararası Uzay İstasyonunda birini görevlendirebilirdi. Bu masum talep Spielberg’in yarattığı önyargı nedeniyle çoktan demonize olmuştu. Okkalı küfürlü bir sanat eseri ile cevabım 15 saniye sonra netteydi. Ne de olsa ilk gençlik yıllarından beri bir Can Yücel ve Charles Bukowski hayranlığımız vardı. Yerinde ve zamanında edilmiş bir küfür Pablo Diego José Francisco de Paula Juan Nepomuceno María de los Remedios Cipriano de la Santísima Trinidad Ruiz y Picasso başyapıtından farksızdır.
Kürenin çekik gözlü tarafında balina kalçasından ızgara, köpek balığı yüzgecinden çorba yapıp geri kalan kısımlarını çöpe atma alışkanlığı devam ededursun birleşememiş milletlerin FAO’suna göre açlık ile yüzleşen milyarlar kuru kumanyaya talim ediyor.(Yıllar önce yıldızı bol bir otelde tuzda bin bir zahmetle pişirilen akya balıklarının sadece sırtlarını mideye indiren bir çakal görmüştüm. Ön sırada yeni gelen balıkların sırtlarını götürüyordu. Sonunda protein zehirlenmesinden hastaneye kaldırılmıştı. Dört kişilik bir istiridye tabağını mideye indirin de görün bakın soluğu nasıl acil serviste alıyorsunuz.) Balinaların, köpek balıklarının, Tuna’da yüzmekten hoşlanmayan tonlarca okyanus aşığı balığın, hamsinin amcaoğlunun köküne kibrit suyu dökme eylemi devam ediyor mavi gezegende. Denizlerde ve okyanuslarda traktörler tarafından trollenen deniz tabanına buğday ekilse alınan hasat açlığa çözüm olurdu. Ağlara takılan tonlarca dip balığı ve kafasından bacaklı, yükte hafif pahada ağır olanlar alındıktan sonra tahtalı köyü boyluyor. Okyanuslarda dolaşan cenaze levazımatçıları her gündüz ve her gece binlerce değil tonlarca görece değersiz okyanus güzelini kefene bile koymadan öbür dünyaya uğurluyor. Denizlere aşkından evrimin ilk bacağında denizlere geri dönmüş memelilerin çektiklerini, yaşadıkları terörü burada anlatmaya sayfalar sığmaz. Savaş Karakaş çektiği belgeseller ile yıllardır bu konuda büyük mücadele vermeye devam ediyor. Savaş Karakaş’ın belalısı olduğu eğlence animasyon sektörünü düşünmek bile istemiyor insan. Bu memelileri önce kurtaran ve sonra da batıran dinozor kanının keşfi olmuştur. Balinaları kaynatıp yağa çevirmek için Kerguelen Adaları gibi gözden ve gönülden uzak adalara kurulan kandil kazanları kaynamaktan Edison ampulü keşfettiğinde vaz geçmişlerdi. Ama yüzgeç ve sırt merakından bir türlü vaz geçmediler. Dinozor torunlarını kümeslere kapatan Homo Sapiens aynı kümesleri denizlere de itina ile döşemekten büyük bir haz aldı. Sonra da bu kümeslerden aldıkları balıkları denizden-denizden diye pazarlıyorlar.
Çocukluğumun Hayal Bahçeleri masallarda son bir kez daha ağ atıp altın balıklardan biraz daha götürmek isteyen ve denizin dibini boylayan balıkçıların öyküleri vardı. Sonrasında binlerce örneğinin olduğunu görünce şaşırmadım da bunun gemilerin dengeleri ile ilgili bilgisizlikten kaynaklandığını öğrenince çok şaşırmıştım. Küre de kendi dengesi olan bir balıkçı gemisi aslında. O dengeyi bir kere kaybedince dibi boylarsın. Ayrıca Poseidon, oldukça kindar bir kişilik. Kafasının tozu atınca NASA mESA falan tanımıyor. Affetmek gibi de bir huyu yok. Ayvazovski tablolarındaki gibi dokuzuncu dalganın kayığına binip güneşin battığı yöne doğru firavunun yanındaki boş koltukta yerini alırsın. Challenger faciasından sonra aman NASA’nın raconu çizilmesin diye kulaklara fısıldandığında günah keçisi olarak bir gariban o-ring fabrikasına suçu atıvermişlerdi. Büyük bir nefret objesine dönüşen fabrika çalışanları işlerini kaybetmiş, aşağılanmışlar ve fabrikaları kapanmak zorunda kalmıştı. Yıllar sonra netten televizyon uygulamalarından birindeki belgeselde görüntüleri yeniden seyrettiğimde yine okyanusların patronu Poseidon’un bir cezası ile karşı karşıya olduğumuzu anladım. Atmosferden çıkış için defalarca kullanılan sıvı yakıt roketi gerisin geriye okyanusa düşüyor ve yalanıp yıkandıktan sonra yeniden kullanılmak üzere roketsalarlara geri gönderiliyordu. Sonsuza kadar karantinaya mahkûm kaldığımız gezegenin yine bir o kadar öfkeli hava katmanlarını aşmak için yüksek sıcaklıklarda ısınan roket denize düşer düşmez yüksek sıcaklık korozyonu ile bir o kadar tehlikeli sodyum korozyonuna uğrayıp aniden yaşlanıyordu. Sonunda roketleri iyileştirmek için o-ringler hariç her yüzeyin malzemesini ve boyutunu değiştirirken görülen mühendisler suçüstü yakalanmışlardı Arsen Lüpen’e. Bugün Güney Afrika’lı beyaz Roket Adam roketleri denizin üzerindeki Tom Sawyer sallarının üzerine kafasının dikine indirmeyi başarabiliyor. Poseidon buna da aynı şekilde bozulursa şaşmamak lazım. Sonuçta denize temas etmese de yüksek sıcaklıklar da ve etkisi azalsa da sodyum korozyonu olduğu yerde duruyor.
Denizlerde her gün yaşanan açgözlü Homo Sapiens trajedileri ezel ebed devam ediyor. Bu felaketleri azaltmak için IMO, WHO, ILO gibi organizasyonlarda bir türlü bilimde, sanatta, eğitimde, sağlıkta kaderde ve Covid 19’a karşı aşılamada birleşememişler bir araya gelip çözümler üretmeye çalışıyor. Pandemi ortaya çıktığında, denizciler binlerce yıllık deniz kültürü gereği karantinaya hemen adapte oldu ve başarılı bir sınav veriyor gibiydi önce. Bazı denizciler havayolları uçmaktan vaz geçince kontratları uzayıp da evlerine dönemedikleri için bunalıma girip denizle buluşmayı seçtiklerinde çok üzülmüştük. Bunu saymazsak başarılı bir sınav da olabilirdi hani. Buradan bakınca kürenin denizleri ve geri kalan her şeyi için birleşememişler bir araya geliyorlar da atmosferin dışındaki derin karanlık okyanus için neden IMO gibi bir kurum yok ortada diye düşünüyor insan. Cüzdanı kabarık Homo Sapiensler kendi aralarında bir şeyler çeviriyorlar. İstasyonlar kuruyor, inip çıkıyor, aya uğrayıp, Marsa uzay otobanı kuruyorlar da neden geri kalan Neandertalleri bu işlerden uzak tutuyorlar anlamak mümkün. Yetmiyormuş gibi uzayı da silahlandırma yarışı varmış gibi davranıyorlar. Marsta sadece geçmişten kalma yaşam izleri aradıkları da ancak o-ring yalanı kadar inandırıcı olabilir. Yarın yeni bir altına hücum yaşanır da Marsın artık uzayın veya gezegenin derinliklerine karışmış suyun yarattığı nehir deltalarında California altını gibi yüzeyde kalmış altınları toplamak için garajlarda üretilmiş uzay mekikleri görürsek şaşırmayalım. Sonuçta Marsın yörüngesine bir Afrikalı otomobilini gönderiyor ve buna dur diyecek bir ISO (Enternasyonel Uzay Organizasyonu, çok fiyakalı oldu bu isim) bulunamıyorsa yeni bir altına hücum trajedisi de yakın demektir.
Küredeki okyanuslarda olduğu gibi Ayda, Marsta veya diğer uzay gayrimenkullerinde sadece Canis Aureus Homo Sapiens’lerin değil Neandertallerin ve hatta Balaenoptera Musculus ve Carcharodon Carcharias’lerin de hakkı var. Gezegen ölürken bu yeni kıtanın herkesin paylaşımında olması gerekmiyor mu derken…
Durun bir dakika bu gömleği neden giyiyorum ben. Henüz bir garajım yok ki benim. Roket yapımına da başlamadım henüz. Resmi alan olursa belki başlarım. Dahası var. Sadece ‘Roketteki Balık’ diye bir resim yaptım. Durun nereye gidiyoruz. Fırçalarımı alayım bari. Boyalarım da kaldı. Boyalarııım …
Bülent Bakan