Pandemi sürecinde Dünya Miras Alanları ve Müze ilişkisi konusunda araştırma yaparken, böyle özel bir röportajı gerçekleştirme fırsatı buldum. Göreve başlayalı henüz bir yıl olan Troya Müzesi Müdürü Rıdvan Gölcük, müze uygulamaları ve çalışmalarından, çevre köylerden güç alarak hazırladıkları etkinliklerden ve iletişim ağını nasıl geliştirdiklerinden söz etti. Görülüyor ki; Troya Müzesi var olduğu coğrafya içinde büyük bir yenilikçilik ve aynı zamanda yerellik vurgusu yaratarak önümüzdeki senelerde herkesin ilgisini ve ziyaretini kendine çekecek.
Troya Müzesi’nden başlayıp Assos’a kadar devam eden Troya Kültür Rotası da, tanıtım ve kültürel kalkınma açısından Çanakkale’yi daha da göz önüne çıkarıyor ve merak uyandırıyor.
KitaptanSanattan.com / Mine Bora Diri
- Troya Müzesi müdürlüğünüz iki seneyi doldurdu yanılmıyorsam.. İlk başladığınız zamana göre değerlendirirseniz gerek müze idaresinde gerekse sergileme alanlarında hangi noktalar değişime uğrayarak gelişme kaydetti?
Aslında çok uzun zamandır Troya Müzesi’nde çalışıyor gibiyim ancak 1 yıl henüz doldu. Zaman zaman etrafımdaki insanlarında Troya Müzesi’nde uzun zamandır çalıştığımı düşündüklerini görüyorum. Bunun sebebi kısa süre içerisinde çok şey yapmamız oldu sanırım Mine Hanım. Kısaca bir göz atarsak, 2019 Aralık ayında Avrupa’da Yılın Müzesi Ödülü’nde finale kaldığımızı öğrendik. 14 Şubat 2020 günü ise Attraction Star Awards yarışmasında “En Başarılı Müze” ödülünü aldık. Tabi yarışmalar yapılan işlerin sonuçları bir nevi. Başladığım dönemden itibaren değişime uğrayan konuları ise şöyle özetleyebilirim:
Kimin söylediğini hatırlamıyorum ama doğruluğuna inandığım güzel bir söz var; “Tarih yoktur, tarihler vardır” Edward Hall Carr ise bir adım ileriye taşır durumu ve “tarih yoktur, tarihçiler vardır” der. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin bu tespitler oldukça doğru. Mikro ölçekte baktığımızda ise müzemizin de adını aldığı Troya konusunda “Troya yoktur, Troyalar vardır” diyebiliriz. Troya Müzesi’ne geldiğimde kendime sorduğum ilk soru; “Peki, Troya Müzesi hangi Troya tarihinin anlatıcısıdır?” olmuştur. Troya tarih yazımına bakıldığında yaklaşık 150 yıldır süren kazılar sonrasında, Avrupa merkezli bir tarih yazımının ortaya çıktığını rahatlıkla görmekteyim. Hatta 19. yy. ulus devlet yaratma sürecinde arkeolojiyi araçsallaştırdığı dönemin tarih yazımına bakıldığında, o döneme ilişkin olumsuzlukların bugün hala kabul gördüğünü görmek insanı şaşırtıyor açıkçası. İlyada’yı defalarca okudum, okumaya devam ediyorum. İlyada ve Troya hakkında yazılan literatürü yakından takip etmeye çalışıyorum. Yapılan çalışmalar içinde Troya’nın tam da içinde doğduğu Anadolu toprakları açısından nedense yeterince incelenmediğini, bu noktadan yorumlanmadığını gördüm.
Sıklıkla anlattığım hatta yazıya döktüğüm bir hikâye var. Onu sizinle de paylaşmak isterim. Yazdan kalma bir sonbahar gününde müzenin içinde koşuştururken Tevfikiye Köyü’nde tanıştığım bir köylünün müzeden çıkmak üzere olduğunu görüyorum. Göz göze geliyorum, yanına yaklaşıyorum. Kısa bir selam faslından sonra müzeyi nasıl bulduğunu soruyorum. “Harika, bayıldım. Bina çok güzel, sergi etkileyici ve içindeki Yunan eserleri muhteşem.”
“Yunan eserleri mi?” diye tekrarlıyorum. ‘Evet’ diyor. Bakışlarımda sorunun cevabını devam ettiğini görünce ekliyor: “Ne yani Troya Yunan kenti değil mi?”. O zaman sana İlyada’dan bir bölüm okuyacağım ve sana bu bölümü batılı kaynakların nasıl yorumladığına dair bir şeyler göstereceğim ve sonra yorumunu alacağım diyorum. Sohbetin uzayacağını anlamış olmalıyız ki yüzümüzü sergiye doğru dönüp tekrar içeri yönleniyoruz. Ve anlatmaya başlıyorum hikâyeyi:
Troya’nın dışında batı kapılarının önünde ayakta duruyordu Hektor. Karşısında ise ona tüm öfkesiyle uçarcasına gelen, Hektor’un ellerinde can vermiş en yakın dostu Patroklos’un öcünü almak isteyen Akhilleus. Hektor ise kapının önünde dikilmiş ve ne pahasına olursa olsun Akhilleus’la savaşmak için yanıyordu. Onu, Troya’nın surları üzerinden izleyen anne ve babası çok kaygılıydılar. Önce babası Priamos seslendi Hektor’u vazgeçirebilmek için bu dövüşten: “ Haydi yavrum gir surların içine, Troya’nın erkeklerini, kadınlarını koru”, “Bana da acı, şu talihsiz babana” dedi fakat Hektor’u ikna etmek mümkün olmamıştı. Ardından surların üstünden annesi Hekabe seslendi;
“bir eliyle göğsünü açtı, bir eliyle kaldırdı memesini,
kanatlı sözler söyledi ağlaya ağlaya:
Hektor yavrucuğum, saygı göster bu memeye,
Onu ağzına uzattığım günleri getir aklına,
Unuturdun koynumda bütün dertlerini,
Surlarımızın içinde yenmeye bak şu domuzu,
gir içeri canım oğlum, dışarda dikilme karşına.”
Bunu ona okuduktan sonra cebimden telefonumu çıkartıp birkaç batılı kaynakta Hekabe’nin memesini niçin açtığına, işaret ettiğine dair birkaç yorum okuyorum; “erotik olarak oğlunun dikkatini dağıtmaya çalıştı…” ya da “ Hekabe yaşlı ve göğsü sönük olmalıydı, bu sebeple erotik olamaz.” Gözlerimi telefonumda kaldırıp “sen ne düşünüyorsun, Hekabe niçin göğsünü açmış olmalı“ diye soruyorum. Son okuduklarımdan sonra biraz gergin ve başını iki yana sallayarak; “Bu yorumlar çok saçma. Bir annenin göğsü oğlu için erotik olamaz. Hekabe oğlu Hektor’a göğsünü göstermiş çünkü ana sütü hakkını hatırlatmış. Sözünü dinlemesini istemiş, süt hakkını hatırlatmış. 9–10 yaşlarında bir çocuktum. Karamenderes’e yüzmeye gitmek isterdim arkadaşlarımla gizlice ve annem bunu anladığında bana bağırırdı, vallahi gidersen sütümü helal etmek bak!” dedi.
İkimizde gülümsüyorduk; “Hekabe’nin Hektor’a söylediği şeyi neredeyse 2700 yıl sonra sen de annenden duymuşsun” dedim. Güldük. “Hatta şunu bil Hektor’da senin gibi Karamenderes’i yani Skamander’i çok severdi. Hatta oğluna Skamandroslu” derdi. “Aslında sende Troyalısın.” dedim. “Hiç böyle düşünmemiştim” dedi. İşte böylece Tevfikiye Köyü’nden bir köylümüzün İlyada yorumunu almış oldum. İşte “Tarihler” arasında eksik olan buydu. Türkler ilk kez bu kadar İlyada’nın, Troya’nın bir parçası haline gelmiş durumdalar. Troya’ya dair kuvvetli bir kimlik bilinci var. İlyada, bu kez Anadolulu bağları ile beraber yeniden okunuyor, yeniden yorumlanıyor. İşte bu yüzden ben Troya Müzesi’ni, “Troya 3.0” olarak yorumluyorum. Troya 1.0, Homeros’un İlyada’sıydı. Hikayeyi var eden. Troya kazıları ise Troya 2.0’dı. Destanın gerçekliğini ortaya koyan o kazılar oldu. Troya Müzesi ise Troya 3.0’dır çünkü ilk kez kuvvetli biçimde Troya doğduğu topraklar ve kültür açısından yorumlanmaya başladı. Binlerce kilometre öteden Troya’yı kendi kimliğinin bir parçası haline getirmeye çalışanlara çalışmışken bu kez Troya doğduğu topraklardan ve torunları tarafından yorumlanmaya başladı. Tevfikiye Köyü’nden Ahmet Amca, Çıplak Köyü’nden Halime Abla, Kalafat Köyü’nden Aysel Teyze yorumlayacak artık. Çünkü gördük ki Hekabe’yi en iyi onlar anlıyor.
Sözü fazlaca uzatmış oldum. Ancak yukarıda yer alan bakış açısı ve buna yaslanan felsefe ve bu doğrultuda şekillenecek kurumsal kimliğimiz geçirdiğimiz değişimlerden birisi. Değişen hususlardan bir diğeri ise müze iletişimimiz. Başladığımda Troya Müzesi’nin sosyal medya hesapları kapalıydı. Öncesinde ise çok az takipçisi olmuş maalesef. Açtığımız ve çekirdek bir ekiple yürüttüğümüz sosyal medya hesaplarının başarılı olduğunu görmek umut verici. İletişim deyince bu sadece sosyal medya ile kısıtlı değil tabi ki. Örneğin Nisan ayında. 56. Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nun bir etabı Müzemizin önünde tamamlanacaktı. Kürsü görecek olan üç bisikletçinin bisikletlerine aksiyon kameraları takılacak ve sizin de yürüdüğünüz Müze içindeki rampalardan geçecekler ve tüm dünyaya canlı yayın yapılacaktı belki de, ancak pandemi sebebiyle iptal oldu. Küçük büyük demeden tüm iletişim fırsatlarını kullanmaya çalışıyoruz.
Bir diğer önem verdiğimiz mesele ise “kırsal kalkınma”. Troya Müzesi içinde yer aldığı coğrafyaya yabancılaşamaz. İçinde yer aldığı coğrafyadan beslendiği gibi o coğrafyayı da beslemeli aynı zamanda ki bunu başarıyoruz. Dünyada başka kaç tane örneği vardır bilmiyorum ama Troya Müzesi etrafında yer alan 3 köyün kente göçünü durduğu gibi tersine bir göçte başlatmış durumda. Bundan daha harika bir sonuç olamaz sanırım. Ama bununla yetinmeyeceğiz. Pek yakında göreceksiniz. Ziyaretçilerimiz bir yandan müze gezerken bir yandan sergi salonunda civar köylerimizin kırsal üretimine, geleneksek adetlerine ilişkin işler görecekler, performanslar izleyecekler. Erişte kesmekten, tarhana yapmaya, geleneksel motiflerin yorumlanmasından, masal anlatmaya kadar tüm coğrafyanın ruhu Troya Müzesi’nde yer alacak. Troya Müzesi çevresiyle beraber var olmaya devam edecek.
“Biz Kapanmadık. Sadece Yeni Bir Kapı Açtık!”
- Salgın pek hız kesmeden devam ediyor maalesef. Sizin gözünüzden uygulamaya koyduğunuz sanal etkinliklerden bahsedebilir misiniz? Bunlara devam ederken bir yandan da ziyaretçileri ağırlayarak hibrit bir yaklaşımla devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Pandeminin en ağır hissedildiği ve müzelerin ziyarete kapandığı dönemde bir “kriz iletişimi” sürdürmeyi planlamıştık. Birkaç deneme sonrası ise sosyal medya canlı yayınlarına başlamıştık ki, sanırım Türkiye’de pandemi döneminde Troya Müzesi bu konuda öncü oldu. Kısa bir sürede iyi sonuçlar olduk. Sosyal medya hesaplarımızdaki aylık hareket oranı yarım milyona yaklaştı. Bu bizim için rekor bir sayı oldu. Bundan daha önemlisi ise şuydu; pandemiden önce sosyal medya takipçilerimizin yaş ortalaması 40’ın üzerindeydi. Pandemi dönemi ve şimdilerde ise takipçi kitlemiz 24-34 yaş aralığına yerleşti. Yani yaptığımız kriz iletişimi sonrası takipçi sayımızı arttırdığımız gibi gençlerle de bir araya gelme fırsatı yakaladık. Bizim için oldukça yorucu fakat verimli bir dönem oldu. Hatta bu dönem mottomuz şuydu: “Biz Kapanmadık. Sadece Yeni Bir Kapı Açtık!”. Yürüttüğümüz iletişim stratejimiz başarıya ulaşmıştı. Fakat bir süre sonra bu canlı yayınlarda bir enflasyon oluştu. Pek çok kanaldan canlı yayınların sayısı artmaya izleyicilerin sayısı ise düşmeye başladı. Teknik sebepler dolayısıyla yayın kalitesi ise gün geçtikçe düşmeye başlamıştı. Bu durumda bir ara vermek istedik. Şimdilerde hem sosyal medya hesaplarının alt yapılarından iyileştirmeler beklerken bir yandan da yeni formatımız için çalışıyoruz. Troya’nın marka imajına uygun bir iş çıkartmak için çabalıyoruz.
- Troya Müzesi’nin sergi koleksiyonundan söz edecek olursak; Çanakkale Arkeoloji Müzesi’nden nakledilen eserlerin haricinde öne çıkan veya yakın gelecekte koleksiyona dahil edeceğiniz bir obje, yerleştirme ya da uygulama var mı?
Üzerinde çalıştığımız en sıcak konu bu. Bu sebeple burada bu konuda çok bilgi veremeyeceğim ama ipucu olması açısından; uluslararası bir sanat sergisini müzemize getirmeye çalışıyoruz. Bir bienal yolda. Ve tabi çevre köylerde yapılan işler yine bir geçici sergi ile müzemizde olacak. Ve Müze duvarlarımızın dışında, bahçemizde zeytin ağaçlarının altında izleyebileceğiniz bir sanat işi pek yakında müzemizde olacak.
- Müzenin mimarisi geniş, ferah ve modern. Son ziyaretim geçen aydı ve interaktif uygulamaların salgın dolayısıyla kapandığını öğrendim. Sergi alanlarını ilgiyle gezen 8 yaşındaki arkadaşım tabii hayal kırıklığına uğradı. Acaba önümüzdeki aylarda müzede veya arkeolojik alanda, çocuklar için salgın kurallarına uyarak etkinlikler planlıyor musunuz?
İnteraktif uygulamalar maalesef bir süre daha kapalı olacak. Tüm sektörlerde olduğu gibi pandemi sonrası dünya için biz de pozisyon almak için büyük gayret sarf ediyoruz. Müze bahçemize taşınan ailece yapılabilecek aktiviteler planlıyoruz. Bunu yakın zamanda görmek mümkün olacak.
- Arkeolojik alanda kazılar devam ediyor mu yoksa salgının etkisi sonucu sekteye mi uğradı, yeni bir kitap ya yayın gündemde mi?
Geçen yıl yürütülen tüm kazılar bu yılda yapılıyor. Bir eksilme yok. Tabi her konuda olduğu gibi kazılarda da pandemi dönemi önlemleri gündemin birinci maddesi.
- Müze ve arkeolojik alanda açıldığınız Haziran başından bu yana ziyaretçi sayısı nasıl? Özellikle sizin beklentiniz ne yönde?
Haziran ayı başında küçük bir hareketlilik ile başlamıştık. Fakat her geçen günü sayı gittikçe artmaya başladı. Pandemi öncesindeki duruma henüz ulaşmak mümkün değil elbet, çünkü insan sağlığı birincil önceliğimiz ve konuda getirdiğimiz kısıtlamalar var. Aynı anda gerçekleştirilecek ziyaretlerde Bakanlığımızın belirlediği kısıtlamalar söz konusu. Fakat pandemi ile birlikte ziyaret edilen destinasyonlarda farklılıklar olduğunu söylemek hiç zor değil. Örneğin Assos geçtiğimiz haziran ayında Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müze/örenyerleri listesinde ilk ona girdi. Ağustos ve sonrasında daha iyi sonuçlar görmemiz mümkün olacaktır diye düşünüyorum.
- Troya Müzesi’nin ziyaretçilerin dikkatini çekmesiyle beraber Çanakkale’deki arkeolojik alanlara da rağbet arttı mı?
Kesinlikle. Troya Müzesi sadece ulusal çapta değil, uluslararası çapta da bu alana ilişkin ilgiyi arttırdı. Troas Kültür rotası bu kapsamda önemli bir proje. Tüm sahayı bütünleşik ele alan bir rota planlıyor. Homeric coğrafyayı yaşamak isteyen ziyaretçiler için muhteşem bir deneyim sunacak.
- Rıdvan Bey, teşekkür ediyorum ve başarılarınızın devamını diliyorum.
Ben teşekkür ederim.
Mine Bora Diri
Kültür Yönetimi Danışmanı / Gazeteci Yazar
(emineminebora@gmail.com)