1923-2015 yılları arasında yaşayan değerli gazeteci yazarımız Oktay Akbal’ın Garipler Sokağı romanı, 1950 yılı ‘Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü almıştır. Romanda İstanbul’un yerlisi bir ailenin oğlu olan Salih’in bir mahalle sokağındaki insanlar hakkındaki gözlemleri anlatılmaktadır. Üniversite öğrencisi Salih, ailesiyle sorunlar yaşadığı için bu mahallede kiralık ev tuttuğunda yoksulları hiç tanımamış olduğunu keşfeder. Bundan sonra da bir yandan kendi sorunlarını çözmeye çalışır, hem de yıkılmanın eşiğindeki mahalleyi tanır.
1940’lı yılların sonu II. Dünya Savaşının bittiği ve dünyada yeni bir dönemin başladığı yıllardır. 1880 ile 1945 yılları arası, dünyayı Batı Avrupa’nın şekillendirdiği bir dönemdir. Bu yıllarda geleneklerin ve merkezin önemli olduğu Modernist dönemin sonu yaşanmaktadır. Bu dönem, Avrupa merkezli bir dünyada iki dünya savaşının yıkımıyla, Batı Avrupa’nın 18. yüzyıl Aydınlanma çağının karşılığını bulamadığı bir hayalkırıklığı dönemi olmuştur. Oysa Aydınlanma dönemi Avrupa’ya büyük gelişme ve yükselme sözleri vaad etmiştir. Ne yazık ki Avrupa’nın 18. yüzyıldaki büyük bilimsel ve kültürel ilerlemeleri, 20. yüzyılda yıkım ve ölümlerle noktalanmıştır. O yüzden Modernist dönem kapandığında, ABD/Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş döneminin başlamasıyla tamamen farklı Postmodern döneme geçilir. Bu dönem, teknoloji, ekoloji ve bilgisayar çağı olacaktır.
Romanın yazıldığı 1950’lerde Türkiye’de II. Dünya Savaşı sonundaki mutlu yıllar yaşanmaktadır. Bunlar ekmeğin karneyle satıldığı yıllardır (77). Türkiye yoksulluk çekmiş ama savaşın yıkımını yaşamamıştır. O yüzden gelenekler sürmekte ve ülke, ulus devlet kurumları ve aile kavramı gücüyle derli toplu ve düzgün merkeziyetçiliğini sürdürmektedir. Oktay Akbal’ın mahallesi kendi yağıyla kavrulan ve kendi iç düzenini koruyan bir yapı olarak sürmektedir. Başka deyişle, makrokozm olan dış dünyadaki dengeli sabitlik mikrokozm olan mahalleye de yansımıştır. Oktay Akbal da tıpkı Orhan Kemal gibi bir mahalledeki küçük insanları anlatır. Ne var ki romanda geçen 1941-46 yıllarının ekmek yokluğu, karaborsacılığı ve vurgunları savaşın kötü etkilerindendir.
Romanın asal karakteri Salih gibi görünse de, asıl kahraman mahalledeki çocuklar ve mutlu insanlardır. Romanda uzun bir serim içinde pek çok karakter tanıtılır. Yeni yeni karakterler de durmadan çıkar (62). Mesela Reşat. Roman içinde bu yılların modası olan gramofon, radyo ve tavla sıklıkla insanları oyalayan uğraşlardandır. Romanda mevsimler ve mevsim geçişleri çok güzel anlatılmıştır. Romanın yapısı da onca karaktere rağmen ve her bir karakterin değişim dönüşüm içinde geliştirildiği kurgusuyla mükemmeldir.
1990’lardan itibaren Türkiye’de “mahalle baskısı” diye yanlış bir terim kullanılmaya başlandı. Bu yıllarda mahalle kalmamıştır ki, baskısı olsun. Mahalle çoktan yıkılmıştır. Aslında 1945’den sonraki postmodern dönem, büyük şehirlerde insanların birbirlerini tanımadıkları “mahallenin yok oluş dönemidir.” Mahalle nedir? Türkiye’de mahalle kültürü nasıl bir kavramdır?
Mahalle, bir sınıfta öğrencilerin halka şeklinde oturdukları düzene benzer. Başka deyişle herkes birbirini görür ve izler. O yüzden de herkes put gibi oturur, izlendiğini bildiği için hiç kimse yaramazlık veya haylazlık yapamaz. Tıpkı sınıftaki dairesel oturuş biçimi gibi, mahalle de açık ve dürüst bir alandır. Mahalleli mahallenin kurallarına uyar, kendine çekidüzen verir. Mahallenin sessiz bir bakışı vardır. Hiçbir sır veya gizlilik olmaz. Mahalle kültürü içinde herkes birbirini tanır, herkes en ufak bir olayı izler. Ne var ki, mahallede kötülük ve dedikodu önlenir çünkü çocuklar sevilmeli ve korunmalıdır. Mahalle kültürü Türk kültürünün merkezi olarak mahallenin tarihini yazar. Mahalle kültürü yargılayıcı değil, anlayışlı ve korumacıdır. Çocuklar o kültürün içine doğar, büyür, okullara gider, işlere girer, evlenir ve çoluk çocuk sahibi olurlar. Mahalle bakışı sessizce insanları terbiye eder ve huzuru sağlar. Mahalle kültürü, geleneklere bağlı, akılcı, sağduyulu, mantıklı ve adil bir kültürdür.
Orta Asya ve Anadolu’nun yerel kültürleri etkisi altında gelişmiş bir kurum olan mahalle, Türk toplumunun huzuru ve ayakta kalma nedenidir. Ne var ki postmodern devirde yüksek apartmanlar ortaya çıkıp hareketlilik artınca ve insanlar birbirlerini tanımamaya başladığında mahalle kültürü çöker. Artık kimsenin kimseden haberi yoktur. Mahallenin o sessiz bakışı ve akılcı gözlemi kalmamıştır. O yüzden komşunun komşuyu tanımadığı soğukluk, had bilmezlik ve yalnızlık dönemi başlamıştır. Bireysellik, daha doğrusu bireycilik toplu yaşamın yerini almış, insanların kafası karışmıştır. İnsanlar başlarını sokacakları bir ev gibi, korumacı ve kucaklayıcı bir mahalle ararlar. Bunlar olmayınca da çeşitli cemiyetlere ve danışmanlıklara başvururlar.
Zaten Oktay Akbal romanında bu huzurlu mahallenin yıkımı söz konusudur. Modernist dönem bitmektedir. Empresyonist manzaralar içinden mahallenin yıkılacağı haberleri ve buna tepkiler yükselir. Kentleşme dönüşümü gelmektedir. Mahallede istimlaklar başlar. Bekçi ve kahveci Zülfü’nün yorumları konuyu ortaya koyar. 1950’lerde alan kıyımı ve kötü kentleşme başlamıştır. Evet, Garipler Sokağında sokak hep çamurludur ama burası mutlu ve huzurlu insanların mahallesidir. Burada kadınlara ve çocuklara değer verilir. 1940’larda Zülfü’nün kahvesini bir kadın işletmektedir. Yoksullar pirzola da alabilmektedirler. Mahallede yiyecek sıkıntısı çekilmez. Kimi üzücü olaylar olsa da mahalle dengeli ve akılcıdır. Hatta çok komik olaylar da yaşanır.
İşte Oktay Akbal’ın romanı da daha mahalle kültürünün varlığını sürdürmekte olduğu yılları anlatır. Romanda modernist dönemin edebiyat anlayışı olan bilinç akışı tekniğiyle karakterlerin zihinlerinden geçenler açığa çıkar. Mesele sayfa 56’da postacının aklından geçenler kimi bilgiyi aktarır. Anlatıcı ses güvenilmez bir hikayecidir çünkü Salih için taşra öğrencisi demektedir (24). Oysa Salih İstanbul’daki bir köşkte yaşamaktadır (28). Ne var ki Tanrı bakışı olan anlatıcı her şeyi görüp bilmektedir. Tüm mahalleyi gözler ve anlatır.
Roman, Mısırlı yazar Necip Mahfuz’un romanlarındaki gibi mahalle kahvesiyle başlar. Bu nedenle romanda bir Osmanlı imparatorluğu ve Akdeniz geleneğinden söz edilebilir. Ancak burası Mısır gibi güneyi değil, Akdeniz’in kuzeyidir. O yüzden II. Dünya Savaşının sonlarına doğru İstanbul’da geçen roman boyunca İstanbul’un karlı ve yağmurlu manzaraları görülür.
Romandaki çok karakter, akıcı okumaya mani değildir, hatta ikincil karakterler bile önem kazanır. Salih mahalleliyi ve komşularını tanırken, bir yandan da sevgilisi Nevin’le ilişkisi uzaktan uzağa sürer. Öte yandan esmer geline de ilgisi vardır. Başlıca karakterler şunlardır: Zülfü hanım mahalle kahvecisidir. Bitlislidir. Oğlu ve kocasıyla yaşar. Vatman Rıza. Bahri, Fahri ve annesi Sulhiye. Kasap Gani. Emekli kaymakam. Arabacı Tahir ve karısı. Bunlar hep düzgün ve ahlaklı insanlardır. Hüsnü ve kızları Gönül, Zehra ve Selma. Mehmet onbaşı. Çırak Ali. Bekçi Süleyman. Hayriye ve kocası askerdeki Kerim. Suna ve Hüsniye. Şişman postacı. Azade Tınaz ve Reşat Yılmaz. Kör hafız karısı Kamer falcı. İki öğrenci Reşat ve Rasim. Kurnaz muhtar Cemal bey. Diyarbakırlı, maliyede hademe olan Süleyman. Müderris. Çamaşırcı Hanife ve dört gelini. Şoför Esat. Necla. Tüm bu karakterler mahallenin ahlakını ve saygınlığını sağlarlar. Arada ahlaka uymayan veya kusurlu işler yapılsa da, mahalle kültürü bunu görmezlikten gelir, düzelmesini bekler ve olayın üstüne sünger çeker. Çocukların korunması için hiçbir konu veya insanla yüzgöz olunmaz. Herkes haddini bilir. Kimse mahalle kurallarını çiğnemek istemez ve bunu göze alamaz.
Mahalle kültürü, Hıristiyan Batı Avrupa’daki gibi diyalektik, yani çatışmalı bir kültür değildir. Doğru ve yanlış kavga etmez. İlerlemeler ve gelişmeler kavga, gürültü ve patırtıdan çıkmaz. Mahalle kültürü, Çin kültüründeki Yin/Yen gibi de değildir. Zıtlıklar iç içe geçmez, zıt olan tahammül edilerek de yaşamaz. Türk kültürü temelde sürekli olarak barış ve huzur içinde yer değiştiren ve farklılaşarak gelişen bir ebruli kültürdür. Ne yazık ki, son yıllarda postmodernizm içinde Türkiye’de mahalle kültürünün yok olması sonucunda sokaklarda ve hanelerde kavgalar ve huzursuzluklar çıkmaktadır ama onlar da bir gün durulacaktır.
Oktay Akbal’ın Garipler Sokağı romanında mahalle kültürü, Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğundan miras kalan ebruli dalgalanmalar içerisindeki çok kültürlü mahallesiyle tüm ayrıntısı, sevgisi, saygısı ve derinliği içinde verilmiştir.
Prof. Dr. A. Didem Uslu
Alerjik Reaksiyonların Acil Tedavisinde Bir İlk: Burun Spreyi