Nakşi ve Levni, Osmanlı minyatür sanatına yön vermiş nakkaşlardan olmakla birlikte, aralarında bir üslup farklılığı da söz konusudur.
Nakşi’nin minyatürlerine baktığımız zaman, figürlerini bilinçli bir şekilde deforme ettiğini görürüz. Genellikle dörtte üç profilden çizmiş olduğu figürler, portrecilik anlayışına uygundur ve bu figürlerin kafalarının vücutlarına göre oldukça iri şekilde tasvir edilmesinin yanı sıra vücutları da gereğinden fazla çarpıtılmış, uzatılmış şekildedir.
Levni’nin eserlerine baktığımızda ise o, Nakşi gibi eserlerine bir mizah katmamış hatta İran ve Selçuklu resimlerini örnek alan nakkaşlara nazaran oldukça realist bir tavır takınmıştır.
Örneklerle detaylı bir şekilde anlatacak olur isek; Nakkaşı Nakşi olan, Nadiri’nin Divan’ında yer alan ‘’Gazanfer Ağa Medresesi’’ adlı minyatürde, medresede hem iç mekan hem de dış mekanı gösteren sanatçı iki farklı mekan algısını oluşturmuş, arka planda görülen iki kemer ve her iki yanda bulunan mimari ögeler bize Nakşi’nin aslında perspektif kurallarını dikkate alarak eserler yapmaya çalıştığını göstermektedir. Bu derinlik algısını minyatürde bir de iç mekanla bağlantıyı sağlayan kapıyı çizerek gösterme isteği oldukça dikkat çekicidir ve bu üslup, beraberinde bize 15-16. yüzyıllarda Herat ve Tebriz’de yaşamış olan Nakkaş Behzat’ı hatırlatmaktadır.
Bununla birlikte Levni’nin ‘’Kanuni Sultan Süleyman’’ı resmettiği minyatüre baktığımızda, kambur, yaşlı bir figür karşımıza çıkmaktadır. Bu tasvir, aslında Kanuni’nin hayatını göz önünde bulundurduğumuzda ne kadar gerçekçi olduğunu bizlere göstermektedir. Osmanlı portreciliğine önemli ölçüde katkısı olan Nakkaş Levni, eserlerindeki renk tonlamalarına oldukça önem vermiştir. Kanuni’nin giymiş olduğu kürklü kaftan, sırtını dayamış olduğu yastık, arka plandaki duvar ve perdenin üzerindeki bitkisel motifleri sanatçının eserlerinde sık sık görürüz, ki bu bize Levni’nin tezhip sanatıyla da ilgili olduğunu göstermektedir.
Nakşi’nin, yine bahsedilen eserinde gördüğümüz ‘’Sultan I. Ahmed’in Edirne’ye Gidişi’’ adlı minyatürde beyaz sarıkların ne kadar iri olduğunu görürüz. Eserde Nadiri’nin kaleme aldığı olaya bakarsak Nakşi’nin, minyatürlerini, eserleri okuyarak yaptığını anlayabiliriz. Bununla birlikte mimari ögelere minyatürlerinde sıkça yer verildiği görülmektedir. Burada da arka planda Selimiye Cami’ni tasvir etmiş fakat burada dikkat çeken unsur, minarelerin külah bölümlerinin çerçeve dışına taşmış olması. Bunu biz Nakşi’nin diğer eserlerinde de görebilmekteyiz. Örneğin ‘’3. Murad’ın Ayasofya’ya Cuma Namazına Gelişi’’ adlı minyatürde de minarenin yanı sıra, figürlerden birinin kırmızı şapkasının da çerçeve dışına taşırılmış olduğu dikkat çekicidir.
Konuyla ilgili, Prof. Dr. A. Süheyl Ünver şöyle demiştir: ‘’Tablodaki manâyı ve genişliği daraltmak istememiştir.’’ Bu sebeple Nakşi’nin sanatsal açıdan, seyircinin de hayal gücünü önemsemesiyle oldukça serbest bir anlayışı olduğunu düşünebiliriz.
Tekrar Levni’nin eserlerine bakacak olur isek, kalın bıyıkları, gösterişli kaftanı, mücevherlerle kaplı olan kemeri, hançeri ve elinde tuttuğu topuzuyla ‘’Yavuz Sultan Selim’’in minyatürü, oldukça gösterişlidir. Arkasında yine, Kanuni’nin portesinde de gördüğümüz gibi bir perde bulunmaktadır. Bu perde motifleri, Barok dönemindeki resimlerde gördüğümüz bir ögedir. Levni’nin yaşadığı dönem ile Avrupa’da Barok’un egemen olduğu dönemin aynı olması sanatçının buradan etkilendiğini aynı zamanda Batı sanatına da yaklaşan bir üslubu benimsediğini açıkça gözler önüne sermektedir.
Bunun dışında Levni’nin yaptığı eserleri göz önüne aldığımızda, figürlerine üç boyutluluk kazandırdığı ve modellerin kişilik özelliklerini yansıttığını da söylememiz mümkündür. Buna örnek olarak ‘’II. Bayezıd Portresi’’ni verebiliriz. Sanatçı II. Bayezıd’ı Kanuni gibi yaşlı, kambur resmetmiş fakat Kanuni’ye sadece bunları söyleyebiliyor iken, II. Bayezıd için neredeyse çirkin diyeceğiz. Mesela bir ‘’Fatih Sultan Mehmet’in Portresi’’ne bakıp, bir de II. Bayezıd’ın Portresine bakınca, sanatçının bunu bilinçli yaptığını düşünmek kaçınılmaz oluyor. Fatih’i daha gösterişli, heybetli, elinde asilliğin göstergesi olan ipek mendiliyle resmederken, II. Bayezıd aksi şekilde resmedilmiştir. Bunun sebebi Fatih’in güzel sanatlara olan yoğun ilgisi karşısında II. Bayezıd’ın bu alanda pek çalışma yapmamış olmasıdır. İşte bunlar, Levni’nin eserlerine yansıtmış olduğu kimlikleştirmenin bir parçasıdır. Bu kimlikleştirmeyle birlikte Levni’nin tarihi olayları da eserlerine yansıtmış olduğunu biliyoruz. Örneğin ‘’IV. Murad’’ portresine baktığımızda, IV. Murad’ın, İran şahlarının taktığı başlıklara benzer bir başlıkla tasvir edildiğini görmekteyiz, bu onun ‘’Bağdat Fatih’i’’ olduğunu vurgulamak amacı taşımaktadır.
Kısacası, Levni’nin saray nakkaşhanesindeki nakkaşlardan çok daha farklı, Batı sanatına yaklaşan bir tarzı olduğunu söyleyebiliriz ki bunun en iyi örneği gölgeleri, pastel renk tonları ile birlikte sanatçının portreye daha kişisel bir ifade katmış olmasıyla, ‘’III. Ahmed Portresi’’dir. Nakşi ise minyatürlerinde mimariyi oldukça sık kullanmış ve perspektifi daha çok bunlarla sağlamaya çalışmıştır. Saray nakkaşhanesi üslubuna bağlı fakat onlara nazaran biraz serbest, harici manzaraların bulunduğu, figürlerin hiçbirinin birbirleriyle benzerlik göstermediği (bkz: III. Mehmet, Hoca Saadeddin ve Gazanfer Ağa Haçova Muharebesi’nde) eserler ortaya koymuştur. Her ikisinin de farklı üsluplarıyla Osmanlı minyatürü için yenilikçi, oldukça önemli eserler vermiş olması ise yadsınamaz bir gerçektir.
Hazal Seyran