POM ART & DESIGN Levent Galeri’de Yasemin Semercioğlu koordinatörlüğünde gerçekleşen Maria Kılıçlıoğlu Baraz’ın ”Dokunduğum Evren” isimli sergisi açıldı.
”Dokunduğum Evren” sergisi, modernist araç ve gereçleri kullanmayan, fantastik öğelerle ilerleyerek geçmişten sadece teknik bilgiler kullanan, usla ve duyarlılıkla sürreal boyutları zorlayan sanatçının evrene dokunuşunu görmek isteyenler için çok iyi bir fırsat sunuyor. Eserlerinde, mitolojiyi de kullanmak suretiyle, sürrealist ve fantastik öğeler kullanan Maria Kılıçlıoğlu Baraz‘ın yapıtları izleyiciyi düşlerin dünyasına çağırıyor.
Sergide sanatçının heykellerinin yanısıra, bugüne kadar görücüye hiç çıkmamış olan ikona tekniğiyle yapılmış yağlı boya tabloları da sanatseverlerin beğenisine sunuluyor.
Ayrıca sergide dikkat çeken, statüsünde yapılan değişiklikle bir kez daha gündeme oturan dünya üzerindeki en sembolik yapılardan olan “Ayasofya” eseri de, üstünlüğünü kanıtlamaya çalışan ama aslında hep aynı varlık olduğunun farkında olmayan insanın, melekleri izlemesi gerektiğinin bronza bürünmüş hali olarak izleyiciye gösteriliyor.
Maria Kılıçlıoğlu Baraz, son üretimi şiirsel ilham ile özdeştirilen “Pegasus” eserinde de, “Yaratıcı doğulmaz, olunur.” nitelemesi ile yeniden doğmayı anlatırken, insanlığın küllerinden yeniden doğmaya mecbur olduğu bu dönemde, “Gökyüzünde Pegasus olarak uçmayı isteyenlerden misiniz?” diye soruyor.
İzleyiciyi barışa ve düşlerin dünyasına davet eden bu sergiyi 6 Ocak 2021 tarihine kadar POM ART & DESIGN Levent Galeri‘de ziyaret edebilirsiniz.
POM ART & DESIGN Levent Galeri
Nisbetiye Mahallesi, Aytar Caddesi, Aytar Apt, D:5 No.20
Beşiktaş/İstanbul
Tel: (0212) 270 06 77
Sanat Yazarı Günseli İnal sanatçı ve sergi ile ilgili şunları söyledi:
“Türkiye’de bronz heykel alanının, gerek birikim, gerek gelenek, gerek çağdaş yöntemler olarak hayli kısıtlı bir çizgiye sahip olduğu düşünülecek olursa, babası Dimitır Dimov Sofya’da çok ünlü bir heykeltraş olan Maria Kılıçlıoğlu’nun yıllardır bu alanda direnebilmesinin onun aldığı çok güçlü klasik sanat eğitimine bağlamak gerek. Sanatın nesne değil, sanat olduğunu, ötedeki bir gerçekliği yakalama ve yaratma olduğunu,Maria Kılıçlıoğlu muhtemelen daha bilinçli olarak bu kavramların üstüne düşünemediği dönemlerde bilinçaltına yerleştiriyordu. 1975’te Galeri Baraz’ı açmış Türkiye’nin ilk galerici ve kolektörlerinden biri olan eşi Yahşi Baraz, ortaya çıkan tüm bu özgün eserleri kendisinden önceki ustaların birikiminin onda yoğunlaşmasının ve damıtılmasının bir sonucu olarak görür. Daha önceleri heykeltıraşlardan çok ressamlarla çalışmış olan Yahşi Baraz, Amerika’da veya Almanya’da olsaydı bugün dünya çapında bir sanatçı olabilirdi dediği ve 1990’larda çok aktif çalışmalar yapan heykeltraş Maria Kılıçlıoğlu’nun kendine özgü tarzından çok etkilenmiştir.
Maria Kılıçlıoğlu Baraz, evren ile onun canlılarını birbirleriyle bağlantılı muazzam büyüklükte bir canlı organizma olarak görür ve bir parçanın gözlemlenmesinin onu diğer parçaların iç yüzüne götüreceğini sezgisel olarak bilir. Onun kendine has tarzını ne klasik olarak, ne modernist olarak yorumlamak mümkündür. Sanatçı, Modernizmde olduğu gibi kartezyen bir referans noktasında hiçbir zaman oyalanmamış, neyi, ne zaman üç boyuta taşıyacağını neredeyse daima düşleri ona bildirmiştir.”
Maria Kılıçlıoğlu Baraz Kimdir?
Maria Kılıçlıoğlu 1958 yılında Sofya’da doğdu. Ünlü bir heykeltraşın kızı olan sanatçı 1978 -1985 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde Tekstil eğitimi görmüştür, 1988 yılından bugüne Türkiye’de bronz döküm ve resim çalışmalarını bir arada yürütmektedir. Maria Kılıçlıoğlu 48 adet kişisel sergi düzenledi ve çok sayıdaki karma sergiye katıldı. Almanya’da büyük ilgi görmüş ve eserleri İtalya, Fransa, Japonya ve Amerika’da birçok koleksiyona alınmıştır. Döküm yöntemini başlangıcından sonuna dek balmumu tekniğiyle uygulamasından dolayı, Maria Kılıçoğlu’nun heykelleri eşsiz bir güzelliğe sahiptir. Sanatçının 1993 yılında yapmış olduğu bronz Atatürk büstü TC. Sofya Büyükelçiliği’ne hediye edilmiştir.
“Ben Kildani okullarından mezun olmuştum. Mempis yalvaçlarının yanından geliyordum. Üç katlı bir dünyanın varlığına inanıyordum; ögeler dünyası, gökler dünyası, anlaklar dünyası bana yol gösteriyordu. Heykellerimde; saf ögelerle birbirine dönüşebilen katışık ögeleri birbirleriyle harmanlayıp estetise ediyorum. Zihnimde bir formu oluştururken bütün doğaüstü varlıklar başıma üşüşür. Birlikte atölyeye giriş yaparız, zihnim kadim zamanlara doğru kayar, oradan tanrıçaların suretleri, efsane kahramanlarının görüntüleri, mitolojik varlıklar çevremi sarar. Form vermeye başlarım. Ellerim balmumunun yumuşaklığında hareketlenir. Nasıl Crathis; Sybaris’in saçlarını amber ya da saf altın rengine dönüştürürse, ben de elimdeki malzemenin form alışıyla dönüşümünü izlerim. Sanki her şey kendiliğinde oluyordur ve zihnim maddeye akmaktadır. Kadim zamanı şimdiki zamana çağırarak maddeye form veririm. Geçmiş zaman benim zihnimde bir illüzyondur. Her heykelim zaman –uzay arşivine katılan yeni bir ögedir. Şuna inanıyorum; her düşünce, her deneyim, her estetik yaratı, her olay, eşsiz bir zaman çizgisi yaratır ve uzayın dokusuna işlenir. İşte tam bu nedenle; dünya toplumlarında karşılaştığım zorluklar, bireylerin bana yaptığı eziyetler artık bana hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü biliyorum ki ben bir misyonla Türkiye’ye geldim ve bir zamanlar Bizans’ın heykellerle dolu kentinden heykellerin durmadan saldırıya uğradığı kırıldığı parçalandığı bu topluma Heykel sanatını sevdirmek, benimsetmek benim görevim oldu. Gerçekte kadim zamanlardan bu yana heykel sanatı örnekleri bir okyanus ise ben sadece bir su damlasıyım. BEN bütün heykellerimin toplamıyım. BEN benim.”