Shopping Cart
Total:

$0.00

Items:

0

Your cart is empty
Keep Shopping

Kısa Film Hikayesi ve Tahsin Yücel

O soğuk ikindide, Gariplik’le Ötegeçe arasındaki bahçelere doğru yürüdüğümüz sırada da aynı konuyu işliyordu: işte, üşüyorduk, sıcak giysilerimiz yoktu, nedeni açıktı bunun: Ürüstem değildi adımız, Nevzat da, Hamdi de değildi.  Ürüstem, Nevzat ve Hamdi hiçbir zaman üşümezlerdi. Ürüstem, Nevzat ve Hamdi’ydi adları,  oysa biz ikimiz donuyorduk. Memedali söylemiyordu, ben de hiç düşünmüyordum ya bir başka nedeni daha vardı üşümemizin. Köylüler, bir iki gün önce, yukarıdan aşağıya doğru daralan, üstleri açık, atları kapaklı gübre sandıkları içinde, çullara sarılı ölüler getirmişlerdi eşekler üzerinde, sandıklarıyla birlikte, Gariplik’in alt yanına, at, eşek, köpek ölülerinin atıldığı yere bırakıp gitmişlerdi. Dört sandık ölü. Ama kaç tane? Bilmiyorduk. İkiye büküp sokmuşlardı ölüleri sandıkların içine, ne var ki, iyice sığdıramamışlardı. Kimisinden iki ayak çıkıyordu dışarı, kimisinden daha fazla. Ben de Memedali de sayıları yeni öğrenmiştik, sandıklardaki ölülerin sayısını da bilmek istiyorduk. Ama yaklaşamıyorduk bir türlü, çok korkuyorduk, hele şimdi, yellerin, belki de başka şeylerin etkisiyle, çaputlar dağılıp ayaklar çırılçıplak ortaya çıktıktan sonra! Gene de her gün biarz daha fazla yaklaşmak istiyorduk, belki yaklaşacaktık da, alışacaktık sonunda. Söylediklerine göre, uzak bir köyde, mantar yiyip ölmüştü ölüler, şimdi gömülmek için savcıyla hekimi bekliyorlardı, onlar da sobalarının başından ayrılmak istemediklerinden olacak, geleceğe benzemiyorlardı. O soğuk ikindide de gelmemişlerdi ama bu kez ölüler yalnız değildi, yeşil poşulu bir köylü kadın vardı aralarında. Bir sandığı yan yatırmış, karlara oturup ayaklarını sandığın geniş ağzının kıyılarına dayamış, iki eli sandığın içinde, didinip duruyor, bir ölüyü çıkarmaya çalışıyordu. Her zaman gelebildiğimiz yere dek gelip durmamızdan az sonra da çıkarmış, sandıktan kurtulan ölüyle birlikte, buzlaşmış karların üzerine devrilmişti. Olduğumuz yerde donup kalmıştık birbirimizin elini tutmaktan başka bir şey gelmemişti aklımıza. Sonra birdenbire yeşil poşulu kadının çığlık çığlık bağırdığını işitmiştik. “Memedali, Memedali, Memedali!”

Memedali’nin elini elimden kurtarmasıyla yeşil poşulu kadına koşması bir olmuştu, varmış asker gibi karşısına dikilmişti. Ama kadın “Memedali! Memedali! Memedali’m!” diye haylırmakla kalıyordu, başını kaldırıp bakmıyordu bile Memedali’ye. Bir de ölünün taşlaşmış yüzünü öpüyordu durmadan. Durmadan çırpındığı için, ölü de çırpınır gibiydi ama başka türlü, bütün bedeniyle, kalçadan bükülmüş bacakları bir yerde bir havada. Ölü olan Memedali’ydi sanki. Donmuş gibi duruyordu karşılarında. Neden sonra, benden yana döndüğünü, tıpkı gittiğindeki gibi, var hızıyla koşmaya başladığını görmüştüm. “Oraya dek gitti de ölüleri saymadı” demiştim içimden ama hemen unutmuştum bu konuyu. Memedali sapsarıydı, çok üşüyordu, göğsü inip inip kalkıyordu, kim bilir nasıl çarpıyordu yüreği! “ Memedali” demiştim usulca. Başını çevirip bakmamıştı bile. Neden? Bilinmezbelki artık bütün Memeali’lerin öldüğünü düşünüyordu, belki de yeryüzünün tek Memedali’si kendisi olmadıktan sonra, kendisine “Memedali” diye seslenenlere karşılık vermenin gereksiz olduğunu…

Türk Edebiyatının saygın yazarlarından Tahsin Yücel hayata gözlerini yumdu. Yukarıya aldığım metin, yazarın “Ben ve Öteki” kitabında “Önü” adlı hikayesinden bir parçaydı. Yıllar önce, bu bölümü kısa film yapmak üzere Tahsin Beyle konuştuğumda çok heyecanlanmıştı, teklifimi memnuniyetle kabul etmiş, öğrenci olduğum için  telif ücreti istememişti.  Başka kitaplarından, romanlarından aklıma takılan soruları sorduğumda hepsine tek tek ve ayrıntılı cevaplar vermişti.

Tahsin Yücel hikaye kitapları ve romanları yanında çeviri kitaplarıyla da hatırlanacaktır. Allah rahmet eylesin.

Haluk Göl (www.zirvehaberajansi.com)

Haluk Göl

 

0
Comments are closed