“Yaşadığımız anları dondurup cümlelere dökme çabası, çiçekleri kurutup kitap yaprakları arasında ölümsüzleştirmeye benzer. Hepimizin çoktan öğrendiği gibi, bir öykü, gerçekten yaşanmış da olsa, gerçekliği yansıtmaktan çok uzaktır, onun birkaç resminden, simgesinden oluşmuştur. Az sonra başlayacağım, Karayipler’de geçen o korkunç öyküyü yaşamış kişi benim. Oysa biliyorum ki, son noktayı koyduğumda, elimde bulacağım, gerçeğin tortusundan ibaret olacak.”
(s.1)
Aslı Erdoğan’ın 1994’te yayımlanan ilk kitabı Kabuk Adam’ın ilk sayfasından cümleler… Henüz yirmili yaşlarının sonundayken yazdığı Kabuk Adam, geleceğin umut veren bir yazarını müjdeleyen, derinlikli, ışıltılı ve nitelikli anlatımlarla dolu. Hayatla edebiyatın buluşma noktasındaki gizemi erken yaşlarda keşfeden Aslı Erdoğan, Kabuk Adam’dan itibaren yazdığı her öykü ve romanda, dilin sözcükleriyle yaratıcı bir bale yapıyor adeta; zarafet, düşünsel derinlik ve hayatın özünü yakalamış bir bilgelikle yazıyor.
Bu kısa roman, az sayıda sözcükle yaşamın derinliklerine ulaşabilen anlam dünyasıyla, insanı ve hayatı kavrayış biçimindeki farklılık ve özgünlüğüyle dikkati çeken yoğun bir eserdir. “Kabuk” sözcüğünün zihinde uyandırdığı çağrışımların oluşturduğu imgeler ağı, metnin içinden dışa doğru genişleyen bir anlam evrenine açılır. Metnin hayata dokunmasıyla oluşan iç derinliklere bakınca içimizde uçurumlar açılır sessizce. Nietzsche’ye atfedilen bir söz vardır; “Sen uçurumun dibine baktığında uçurum da senin içine bakar.” Aslı Erdoğan’ın metinlerini okurken o duyguyu yaşarız; onun, kendi kahramanları üzerinden kendisiyle yüzleşmesindeki karmaşanın cazibesi bizi büyüler; kendi içimizde sakladıklarımızla, içteki acı ve travmalarımızla, unutmak istediklerimizle yüzleşiriz: “Herhangi bir iz taşınıyorsa eğer, bu bir zamanlar bir yara açıldığındandır” (s.1) der Aslı Erdoğan Kabuk Adam’da.
Aslı Erdoğan “kabuk” ve “adam” sözcüklerini yan yana getirerek metninin anlam olanaklarını genişletir. Uzak ve sıcak denizlerde, Karayip Adalarında geçer romanın ana olayı. Okyanusun derinliklerinden çıkardığı deniz kabuklarını satarak yaşamını sürdüren bir yerlidir Tony. Çevresindekiler onu “Kabuk Adam” diye çağırırlar. Romanın anlatıcısı olan genç fizikçi kadınının yolu, bir fizik kongresi dolayısıyla bu uzak adaya düşer. Orada Kabuk Adam’la karşılaşır ve aralarında inanılmaz, büyülü bir yakınlık doğar. Onunla konuştukça kendi iç dünyası bir istiridyenin kabuğu gibi açılır yavaşça. Kabuk Adam, okyanusun derinliklerinden kabuk çıkarır gibi genç kadının yüreğinin derinliklerinden gün yüzüne çıkarır, onun diplerde saklı acı gerçeklerini.
Sevgisiz geçen bir çocukluk; iletişimsizlik, yalnızlık, içe kapanma… Kitapların dünyasına sığınma… Anne babasının koşullu sevgisinin baskısını içten içe duyumsayan anlatıcı, çocukluğundan itibaren başarıya endeksli bir yaşam tarzı içindedir. Ailesi ve çevresindekiler, başarılı oldukça ona sevgi ve ilgi gösterirler. O nedenle, üstün bir başarı grafiği çizer; en iyi okulları sınavla kazanır, en iyi üniversitelerden birinde okur. Üniversite sonrasında fizikçi bir bilim kadını olarak yüksek lisans ve doktora derecelerine koşar. Hayat bir başarı zinciridir onun için; insanı esir alan, acıtan, yapayalnız bırakan bir başarı zinciri.
Anlatıcı, daha altı yaşındayken annesinin evi terk etmesiyle ilk güven bunalımını, ilk kırılmayı ve incinmeyi yaşar. Bir gün babasının eve tabancayla gelip annesini bu silahla öldüreceğini söylemesi, onda çok sarsıcı bir etki ve korku yaratır. Baba/erkek ile ölüm/öldürme kavramları küçücük bilincinde iç içe geçer; baba ve katil kavramları birbiriyle örtüşüverir bir anda. Gerçekleşen bir cinayet söz konusu olmasa da bunun dile getirilmesi bile küçük kızı yaralamaya yeter.
Fizikteki başarısı, bu yapayalnız, incinmiş ama çok zeki genç kadını CERN’de araştırmacılığa kadar yükseltmiş olmasına rağmen, çevresindeki fizikçilerin rekabet, hırs, kendini gösterme, öne çıkma, tanınma, bilinme, iyi bir işte çalışıp büyük paralar kazanma tutkuları ve şişkin egoları, anlatıcıyı onlardan uzaklaştırır. Çok yalnız ve kendi kabuğundadır. O kabuğu çatlatıp kırmasını, kendini aşmasını sağlayan kişi Kabuk Adam yani Tony olur. Tony, ilk bakışta son derece çirkin, kısa boylu, yüzü ve vücudu yara izleriyle dolu bir siyahidir.
Ötekileştirilenlerin dünyası; dışlananlar, mazlumlar, mağdurlar, haksızlığa uğrayanlar ve ezilenler, Aslı Erdoğan’ın roman ve öykü metinlerinde her zaman odağa aldığı karakterlerdir. Aslı Erdoğan, evrensel bir bakışla, ırk ayrımına, insanların düşünce, din, dil ayrılıkları nedeniyle ötekileştirilmesine karşı çıkar; yoksulun ve kimsesizin yanında olmak ister. Tam anlamıyla hümanist bir yazardır; toplumsal vicdan onun en duyarlı olduğu noktalardan biridir. İnsanlığın, vicdanın sesi onun öykü ve romanlarında derinden derine yankılanır. Aslı Erdoğan, tüm insanları eşit görmek isteyen ütopik düşüncelere derin bir inançla bağlıdır.
Yazarın yarattığı kahramanlar, çoğu kez, ötekileştirilen, yalnız bırakılan, toplum dışına itilen, acı çeken ve işkence gören kişilerdir. Kabuk Adam’da insanların önyargılarını işler Aslı Erdoğan. İnsanların, sorgulanmadan benimsedikleri toplumsal normlara göre davranarak iç özgürlüklerini yitirmelerini, toplumun saçma önyargılarına teslim olup insani yönlerinden uzaklaşmalarını dillendirir.
Adaya gelmesi ve ada yerlisi Kabuk Adam’ı tanımasından kısa süre sonra ona giderek yakınlaştığını duyumsar anlatıcı. Kabuk Adam’ın gözlerinde büyük bir sevgi ve tutku ışığı yanıp söner. Her ikisini geçmişteki yaraları yakınlaştırmıştır birbirlerine. Yalnızlık ve dışlanmışlıkları ortaktır. Hem farklıdırlar birbirlerinden hem de yakındırlar; iki suç ortağı kadar yakın. Genç fizikçi kadın bilim insanları arasında kendini yabancı hisseder; ruhen ötekilik ve dışlanmışlık yaşar; fizik seminerlerinden uzak kalmayı yeğler. Uyumsuz davranışları yüzünden profesörlerin hışmına uğrar.
Genç kadın, Kabuk Adam’ın bakışlarından yansıyan derinliğe, hayat deneyimlerinden edindiği sezgi gücü ve bilgeliğe hayrandır. Onun bakışlarındaki derinlik, genç kadının ruhunun derinlikleriyle buluşur. Adada baş başa gezer, farklı yerlerde dolaşıp sohbet ederlerken Kabuk Adam ilk kez bir beyaz kadınla arkadaş olduğunu; hiçbir beyaz kadının, kabuk satışı haricinde kendisiyle konuşmadığını itiraf eder. Uzun süreden beri hiçbir kadınla birlikte olmadığını da söyler içtenlikle. Birbirlerine yavaş yavaş yüreklerini açar, yaralarını gösterirler. “En gizli yaralarımın kabuklarını birer birer koparıyordu Tony ve bunu nasıl yaptığını anlayamıyordum. Bugün de anlamış değilim” (s.43) der anlatıcı. Ancak önyargılarına esir olmuştur, onları aşamaz genç kadın; farkında olmadan tümünü bilinçaltına yüklemiştir. Bu önyargıları aşmaya çabalasa da bilinçaltına inen korku ve endişeler yüreğini zincire vurur; içtenliği ve aşkı bir noktada kilitler ne yazık ki. Dahi fizikçi Einstein’in önyargılarla ilgili sözü, genç fizikçi kadının iç yaşantılarını dikkate aldığımızda müthiş bir ironi yaratır: “İnsanın önyargılarını yıkmak, atomu parçalamaktan daha zordur.”
Kabuk Adam’ın geçmişini öğrenince genç kadının ona karşı çekincesi ve korkusu artar. Yıllar önce bir arkadaşına haksızlık eden birini öldürmüş, uzun süre Jamaika’da bir hapishanede kalmış, işkence görmüştür Kabuk Adam. Yüzü ve vücudundaki yaralar ve dişlerinin kırılmış hali, gördüğü işkencedendir. Genç kadının çocukluğunda bilinçaltına yerleşen “katil-baba” kalıbı, Kabuk Adam’la yer değiştirir birdenbire. Genç kadın, içtenlikle ve derin bir aşkla bağlandığı Kabuk Adam’dan çok korkar. Aşk ile korkunun yan yana gelişi, bu çelişkili sarmalın ruhtaki sarsıcı etkileri, insanı düşüncelere yöneltir. Aşkın korkuya, korkunun aşka yol ve yön vermesi, bunların birbirine dönüşümü ve bu çelişik/karmaşık duyguların aynı insana yönelmesi, bir insanlık durumu olarak çok etkileyicidir. Kaçışların, arayışların, yabancılaşmanın, ötekilik ve önyargı zincirlerinin tematik olarak tüm metni kapsadığı görülür.
Romanın ikili karşıtlıklarla kurulan yapısında karşıtlık ve çelişkilerin üzerinden olayların akışı gerçekleşir. Fizikçilerin temsil ettiği dünyada kurallar, kanunlar ve akılcılık egemendir. Bu dünya, maddi ve katı bir dünyadır. Romanın genç kadın anlatıcısı, fizikçiler arasında kendini yabancı hissetse de, son tahlilde o maddi dünyaya mensuptur. Genç kadın, Kabuk Adam karşısında fizikçilerin maddi ve rekabetle dolu dünyasının temsilcisi durumunda kalır. Kabuk Adam Tony, ondan çok farklı bir dünyanın ve hayat algısının temsilcisidir. O, kuraldışıdır; suça eğilimli bir hayat sürdürür, sıklıkla kanun/toplum dışına çıkar. Tony melezdir. Batı değerlerinin, beyaz efendilerin karşısında melezliğiyle var olur. Türkiye’den gelen genç kadının hasbelkader dâhil olduğu Batılı dünya, sömürgecilikle zenginleşmiştir. Tony, maddiyat, akıl ve kurallar karşısında aklın aşımını, coşkuyu, duyguyu, düşleri temsil eder tüm varlığıyla. Marihuana içer; böylece aklın zincirlerinden kurtularak başka bir dünyaya geçer; o dünyanın “algı kapıları”nı açar.
Kabuk Adam’da her iki roman kahramanının travmatik oluşu, ortak yönleridir. İkisi de geçmişlerinde yara almışlardır. Yaraları kabuk bağlamış olsa da en ufak bir darbede sessizce kanamaya başlar. Genç kadının geçmişinde büyük bir duygusal/cinsel incinmişlik, aşkta düş kırıklığı ve bir intihar girişimi saklıdır. Kabuk Adam’a içini açtığında intihar girişiminden de söz eder. Tony çok üzülür, o an onu kaybetmişçesine sarsılır. Kabuk, içe dönüklüğü, kapalılığı temsil eder; naiflik, kırılganlık imgesidir. İçe derinleşme, kabuğun altında gerçekleşir. Kabuk her an kırılıp açılabilir. Sırlar da gizli inciler gibi, yoğunlaşmış gözyaşı gibi dökülür kabuktan.
Genç kadın, önyargılarını ve korkularını aşamaması nedeniyle Kabuk Adam’ı incitecek davranışlar sergiler. En sonunda Kabuk Adam’ı para dilenen biri gibi görüp ona 10 dolar verir. Bu davranışıyla onu kendi dünyasına almadığını ima eder; fizikçi arkadaşlarının olduğu restorana geçerek Kabuk Adam’ı sahilde düş kırıklığı ve incinmişlikle bırakır. Oysa Kabuk Adam, adada kalıp “kendi kadını” olmasını istemiştir daha birkaç gün önce: “Ben öyle bir kadın istiyorum ki onunla evreni yeniden kurabileyim. Bir aile, bir ev kurmaktan da öte; bütün dünyayı sil baştan beraber yaratmalıyız.” (s.51)
Genç kadın, kısa bir süre sonra hatasını anlar ama çok geç kalmıştır. Tony birdenbire ortadan kaybolur; bir daha asla kendini göstermez. Genç kadın, onu ne kadar çok arasa da herkesin çekinip korktuğu yerlilerin arasına girip ondan bir haber sorsa da hiçbir sonuç alamaz. Tony kaybolup gitmiştir. Bir düşün içinde yokluğa karışmış, sır olmuştur adeta. Ne yazık ki genç kadının pişmanlığı hiçbir yarar sağlamaz. Genç kadın, o yabancı ve yalnız eski hayatına döner. Önyargılarına yenik düşmenin acısı içindedir.
Karayipler’in o sakin adasındaki fizik seminerlerinin çokuluslu olması, dünyanın pek çok yerinden birçok fizikçinin o seminerlere katılması ilginçtir. Bu insanlar deney/simülasyon yaparlarken, ıssız adada bir deney/simülasyon nesnesine dönüşüyor gibidirler. Bu nedenle o uzak tropik ada, simge anlam da taşır. Çünkü insanın her yerde aynı olduğunu; temel bazı yönlerinin ve egosunun hiç değişmediğini gösterir. Tüm zaafları ve güçlülüğüyle; yaratıcılığı ve yabanıllığıyla insan… Aslı Erdoğan, işte bu insan gerçekliğini derinden duyumsatır bize.
Genç kadının öykü yazdığını da öğreniriz. Bu adaya, bu kumsala gelişimin bir nedeni varsa eğer, o da anlatmaktı, okyanusun sonsuzluğunu, vahşi ve tutkulu yağmurları, Kabuk Adam’ı. İşte ancak o zaman, öyküler anlattığımı söylediğimde Tony beni benimsedi; onun için gerçek bir insan olmayı o anda başardım, çünkü gerçek bir işle uğraşıyordum. (s.34) Anlatıcı, hayatın öykülere dönüşümünü yaşatır bize.
Aslı Erdoğan, romanında mekânı iyi duyumsatıyor. Palmiyelerin uğultusunu, sıcak kumsalları, ılık rüzgârları, tropik yağmurları tüm canlılığıyla yaşıyoruz. Adada yerliler arasında müziğin, dansın, esrarın, içkinin, eğlencenin, her türlü suçun, kaçakçılığın, katilliğin adeta yaşam tarzı olduğu görülüyor. Bir zamanlar baleyle uğraşan genç kadının, bir gece toplu bir eğlence ortamında, esrar kaçakçısı, yakışıklı Faray’la dansı, tropik dünyada müziğin, dansın, cinselliğin uyumlu birlikteliğini ve hayatın sonsuz ritmini yansıtıyor. Kabuk Adam’la hayatının dansını yapabilecekken, onun o naif ve içtenlikli aşkını reddeden, ondan zaman zaman çok korkan genç kadının, aldığı alkolün etkisiyle Faray’la yaptığı dans, bir cinsel birleşme kadar büyülü, çekici ve etkileyici biçimde anlatılır. Hayatın ritmine, hatta evrenin ritmine ayak uydururlar bu dansla. Ancak her şey gibi o da bitecektir; çünkü bir yanılsamadan başka bir şey değildir o büyülü dans. Sinderella’nın masalındaki gibi, bir anda parıltısı, yaldızı ve büyüsü silinip gider. Kabuk Adam, bu dansın adadaki yerliler arasında nasıl anlatıldığını duyar; yoğun bir kıskanma duygusu yaşar ve bunu hiddetle yansıtır genç kadına.
Romanda olaylar düz bir zamansal çizgide akmaz. Metnin iç zamanı farklıdır. Olay bir yıl öncesinde gerçekleşmiştir. Anlatıcı kısa süre kaldığı Karayipler’den Avrupa’ya döner, orada kendi iç sızısını derinden yaşar ve romanın satırlarını kaleme almaya başlar. Sayfalar ilerledikçe geçmişe, bir yıl öncesine uzanır. Böylece roman kahramanı genç kadının anlatımından olayların akışını izlemeye, yaşadıklarının onda bıraktığı etkileri ve izleri anlamaya başlarız.
Genç kadın, Kabuk Adam’ı ebediyen kaybedip adadan ayrıldıktan sonra müthiş bir boşluğa düşer; hiçlik ve anlamsızlık duygusu sarar ruhunu. Ona çok benzeyen bir siyahi adamla tanışınca bütün varlığıyla ona teslim eder kendini. Ne yazık ki bunun da bir yanılsama olduğunu fark eder.
O vahim ve geri dönülmez hatasından sonra ruhsal bir dönüşüm geçirmiştir genç kadın. Bu yolculukla iç dünyasını sorgulamalara açmış, kendini yakından tanımış, hataları ve korkularıyla yüzleşmeyi başarmıştır.
Tüm yaşanmışlıklardan geriye kalan, genç kadının boynunda deniz kabuğundan bir kolyedir yalnızca. Kabuk Adam’ın boynundan çıkarıp armağan ettiği kolyenin varlığı, roman kahramanı kadar bize de hüzün verir; bir iç sızısı yaratır ruhumuzun derinliklerinde.
İlk kitapların bütün naifliğini ve içtenliğini taşıyan Kabuk Adam, sayfalara sinmiş, süzülmüş insanlık hallerinin derinlikli anlatımlarıyla dolu, etkileyici bir roman. Gelecekte daha ustalaşacak olan, insan hallerinin çelişkili gerçekliğini yakından tanıyan, dili başarıyla yazınsallaştıran, estetik değeri yüksek metinler oluşturan bir yazarı müjdeliyor kendi içinde. O nedenle Kabuk Adam’ın Aslı Erdoğan edebiyatı içindeki yeri anlamlı ve değerli. Şimdiye kadar yazılmış birçok ilk romanda olduğu gibi otobiyografik unsurlar metnin içinde hayli yoğun olarak yer alıyor. İlk eserler, yazarın iç gerçekliğini, çevresindeki kişilerin ve olayların etkilerini, aldığı yara izlerini daha yoğun hissettiriyor. Bir duygudaşlık yaratıyor okurla yazar arasında. O noktadan sonra yeni bir edebiyat serüveninin yaratıcı heyecanlarına açılıyor düşlerin kapıları.
Kabuk Adam, “yazarın hayatının edebiyatına dâhil olduğu” bir roman olmakla birlikte, gerçekliğe ve hayata yeni bakış açıları kazandıran özgün bir eser olarak “edebiyatın unutulmayanları” arasındaki yerini şimdiden almış durumda.
Hülya Soyşekerci
(Bu yazı Masa Dergi 4. Sayıda yayınlanmıştır. – masadergi.com)
Çizim: Aykut Şerefoğlu