Shopping Cart
Total:

$0.00

Items:

0

Your cart is empty
Keep Shopping

İsrail’in Nükleer Silah Cephaneliği – Veysel Boğatepe yazdı…

400 adet nükleer silaha sahip olan İsrail, 300 milyon nüfusa sahip Ortadoğu bölge halkını tehdit ederken, BM’nin hiçbir kararını tanımamış, tüm taleplerini ise geri çevirmiştir.”

Araştırmacı yazar Yılmaz Dikbaş’ın “İsrail’in Nükleer Silah Cephaneliği” adlı kitabının 2. baskısı, Berfin Yayınları’dan çıktı. Bugün güncelliğini koruyan ve Emperyalistlerin yüzyıllık projesi olan BOP veya diğer adıyla “Büyük İsrail Projesi”ni doğru anlamamız bakımından, oldukça önemli bir kaynak niteliğinde.

Ciddi bir belge ve arşiv araştırması yapan Yılmaz Dikbaş; 1948 yılında bölgeye silah zoruyla yerleştirilen İsrail’in, kuruluş yıllarından günümüze değin nükleer silah üretimini aşamalı olarak kayıt altına almış. İşbirliği içinde olduğu ülkeleri ve neden-sonuç ilişkilerine de değinerek, olası tartışmaları şimdiden noktayı koymuş. İsrail’in nükleer silahlara ilişkin hiçbir yasayı, kararı tanımadığı gibi bu konuda da nasıl bir inkarcılık politikası sürdürdüğünü  belge ve kanıtlarıyla ortaya koymuş.

Nükleer tesislerinin varlığını inkar ederek dünya kamuoyunu aldatan İsrail’in uluslar arası yalanı, kendi vatandaşlarından olan ve tesislerde bir süre çalışan  Mordehay Vanunu’nun, tesislerin fotoğrafını çekip, basına servis etmesiyle ortaya çıkmıştı. BM’nin daimi üyesi beş ülke olan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’nin nükleer silah bulundurma hususunda yasal konuma sahip iken İsrail, yasal statüye sahip olmadığı gibi bugün yasal statüsü olan ilk beş ülkenin sahip olduğu silah sayısı kadar nükleer cephaneliğe ulaşmıştır ve uluslar arası hiçbir yasayı kabul etmemiştir, tanımamıştır.

Peki nasıl oluyor da 5,5 milyon gibi küçük bir nüfusa sahip İsrail dünyaya meydan okuyor, hiçbir yasayı tanımıyor?

İsrail, BM kararlarını tanımıyor

 Yılmaz Dikbaş, birçok BM kararlarının örneklerini verirken, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi’nin 1979-2004 yılları arasında, İsrail’in nükleer silah faaliyetine ve Ortadoğu’nun silahsızlandırılması hususundaki hiçbir kararını tanımadığının altını kalın çizgilerle çiziyor, gerekçesini ise şu çarpıcı uyarısıyla açıklıyor:

 “Amerikan küresel tekelci sermaye buna müsaade etmiyor. Dünyada yazılı ve görsel medya tarafından gündeme getirilmesine engel oluyor, göze alanı ulusalcı medyayı tehdit ediyor veya yaşatmıyor.“

İsrail, BM’de oy çokluğuyla kabul edilmesine rağmen  BM’nin kendilerine ilişkin hiçbir kararını tanımamış, talepleri reddetmiş, nükleer tesislerinin Uluslar arası Atomik Enerji Kurumu’nun denetimine açmamıştır. O7 Haziran 1981 yılında İsrail’in saldırısı sonucu nükleer tesisleri adeta yerle bir olan Irak’a, tazminat ödemesi hususunda BM de karar alınmasına rağmen İsrail, BM’nin kararını tanımadığı gibi, tazminat ödemeyi de reddetmiştir. Kitapta ki BM kararlarını kronolojik olarak incelediğinizde, BM’nin almış olduğu kararları tanımayan, daimi beş üye haricinde altıncı ve yasadışı olarak nükleer silah cephaneliğine sahip olan İsrail’e sadece uyarıda bulunduğunu, kınadığını ama hiçbir yaptırım uygulamadığını görüyoruz.

Birleşmiş Milletler ve sözde Uluslar arası yaptırım otoriteleri, taraflı çirkin yüzlerini, Irak’ın nükleer silaha sahip olduğu bahanesiyle İşgal’ine edilişine karar verirken, İsrail’in dünyada nükleer silahlara sahip altıncı ülke konumuna gelmesine, kararları tanımamasına şaşı bakmış, Ortadoğu’nun kalbine yerleştirilen nükleer silah cephaneliği konusunda üç maymunu oynamıştır.

BM’nin, Ortadoğu’nun silahsızlandırılması hususunda hazırlamış olduğu NPT’yi, yani “Nükleer Silahların Yaygınlaştırılmasını Önleme Anlaşması”nı imzalamayan tek ülkenin İsrail olduğunu, neden hiçbir karara uymadığını veya reddettiğini kavramak güç olmasa gerek. Çünkü, yayılmacı küresel güçler, Ortadoğu’ya demokrasi türbanı altında kan ve gözyaşı götürürken, çıkar anlaşmaları olan İsrail’i, Ortadoğu’nun büyük abisi ilan edeceklerdir. Bu çifte standartlık, aynı zamanda Avrupa demokrasisin nasıl işlediğine, insan haklarının kime ve ne şekilde dağıtıldığına tartışmasız birer delil niteliğindedir.

 Türkiye-İsrail ilişkileri

Yazar Yılmaz Dikbaş’ın Türkiye-İsrail ilişkilerini de mercek altına aldığı bu çalışmasında, 19. Yüzyılın başlarından başlayarak tarihi süzgeçten geçiriyor. Siyonizm’in babası diye bilinen Yahudi Dr. Theodor Herzl’in, Osmanlı padişahı II. Abdülhamit’ten para karşılığı toprak talebinde bulunması ve bu talebin padişah tarafından geri çevrilmesiyle Osmanlı’ya karşı tutumun nasıl değiştiğine yer veriyor. Siyonistlerin kendilerine Filistin yolunu kapatan II.Abdülhamit’e karşı İngiliz ordusunun “Katırcı Taburları”na katılarak Türklere karşı savaştıklarını ayrıntılarıyla not düşerken, günümüz Türkiye-İsrail ilişkilerinden örnekler vererek, örtülü yürütülen siyasetin perdesini aralıyor. Tarih ve belgeler sunarak, gizli anlaşmaların ipuçlarını veriyor, düğümleri çözmemize, gerçekleri görmemizi sağlıyor.

Sözde barış anlaşması, fakat aslında emperyalizmin parçalama planlarını uygulamak için üs bölge olarak seçtikleri Oslo’da, MİT-PKK görüşmelerinin yapıldığını anımsatarak, 1993 yılında, İsrail ile Filistin barış görüşmelerin de yine Oslo’da yapılmış olduğunu, barış görüşmelerinin ardından Türkiye’nin İsrail’e büyük elçi gönderdiğini ve bu tarihten itibaren iki ülke arasında bir dizi anlaşmalar yapıldığına dikkat çekiyor.

Dönemin başbakanı Tansu Çiller ( Refah-Yol), İsrail ile askeri, ekonomik, kaçakçılık, sağlık ve tıp alanlarında anlaşma imzalamıştır fakat anlaşmaların içeriği kamuoyundan, meclisten “devlet sırrı” gerekçesiyle gizlenmişti. Ortadoğu’da önemli bir stratejiye sahip olan Türkiye,  Refah-Yol döneminde bu stratejisini kaybetti. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığı devraldığı tarihte, yani 23 şubat 1996’da İsrail ile yapılan  “Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması”, Türk dış siyasetinde, eksen kaymasına neden olmakla kalmamış aynı zamanda Türkiye’nin Ortadoğu’da ki stratejik rolünü de bitirmişti. Bu bağlamda, Bop projesi çerçevesinde Türkiye’ye verilmiş olan “büyük abi” rolü, masaldan ibarettir ve Türkiye, proje sahiplerinin sıçrama tahtası, ileri karakolu görevlerini yürütmektedir.

Yazar Yılmaz Dikbaş’ın, belgelerle kitaplaştırdığı, “İsrail’in Nükleer Silah Cephaneliği”, Ortadoğu coğrafyasında en büyük nükleer silah cephaneliğine sahip İsrail’in inatla sürdürdüğü toptan inkarcılık politikasını çürütürken, “BM İnsan Hakları Komitesi”nin 1948 yılında almış olduğu kararlardan alıntı yaparak, yazımızı noktalayalım.

“ Nükleer silahların üretimi, denemesi, bulundurulması ve konuşlandırılması yasaklanmalı ve insanlığa karşı işlenmiş suçlar olarak tanınmalıdır. Syf-24”

Veysel Boğatepe

Comments are closed