Hayat Sonlu Sanat Sonsuz – Özkan Eroğlu yazdı.
Türkiye’de bir sanat ortamı, amiyane tabiriyle bir sanat piyasası ne yazık ki yok, oluşmaya da hiç niyeti yok, zaten bu yönde bir istenç de yok! Çünkü bunun için dizleri kırıp çok çalışmak, araştırma yapıp, incelemelerde bulunmak gerek. Benim insanım çalışır mı, yok çalışmaz. Üretmektense daha büyük oranda misliyle tüketmeye eğilimlidir; bunu çok hem de çok sever.
Biri vefat eder, ettikten sonra başlar tuhaf laflar, sözler sarf edilmeye, şöyleydi böyleydi, çok büyük sanatçıydı, ustaydı, vb diye. Hiç bu tip yaklaşımlara gerek yoktur oysa… Zira bu ülkenin sanatına siyaset karışmadan uluslararası bir başarı gelmez; zaten dünyanın diğer ülkeleri de basit ilkeler dışında Türkiye’den pek farklı değil artık, belki de hiçbir zaman olmadı. Kısaca dünyada samimiyet kalmadı ve dolayısıyla da özgün şeyler pek yok! Herkes birbirinin aynı!
Neyse insanın içine düştüğü en büyük bela; yaşarken oluşturduğu iktidarının sonsuzluğa göçtükten sonra da devam edeceğini düşünmesi ya da her şeyin aynen devam edeceğini zannetmesi. Bir kimsenin hayatı sonlandıktan sonra yakınları normal olarak o kayba üzülür, ancak şöyle bir sanatçıydı, şuydu buydu, vb gibi aşırı duygusal yaklaşımlar boşunadır. Zira sadece yapılanlar; çalışma, iş, eser olarak ortaya konanlar bundan sonra tartıda olmaya devam edecektir, işlerinizde bir şey varsa var, yoksa da yok olmaya devam edecektir. Aslında nesnel bir tartı için hiçbir şey değişmeyecektir. Hayattayken de, sonsuza göçten sonra da ürettiğiniz hiçbir şey sanatın eleştiri tartısı açısından değişmeyecektir. Eğer eleştiri tartısında süte su karıştırılmışsa, bu da en berrak şekilde ortaya çıkacaktır. Bundan da kimsenin şüphesi olmasın.
Türkiye’deki sanat camiasında içine düşülen en büyük sıkıntılardan birisi de “kişinin başkalarını kendi gibi bilmesi” durumudur. Bu, o kişinin başkasına olmayacak ithamda bulunmasına dek uzanan bir pervasızlığa gider ve doğal olarak o kişinin büyük bir eğriliğini hemen su üstüne çıkarır! Örneğin birine soyadını bile anmadan büyük bir saygısızlıkla çıkıp da …’nın tetikçisi derseniz ve o kişi gerçekten “…’nın tetikçisi” değilse, o ahlaksız yaklaşımınızı sokacak yer bulamaz, dahası işlediğiniz o günahla kalır ve emin olun ilahi adaletle mutlaka yargılanırsınız.
Bütün bunlardan ötürü sapla saman karıştırılmamalıdır. Bir sanatçının işleri üzerinden eleştiri yapılmışsa, sanatçının da eleştirmenin işleri, yani yazıları üzerinden sözünü söylemesi gerekir. Aksi durumda etik yönden dayanaksız bir duruma düşer o sanatçı, eleştirmen karşısında.
Bir de saldırı, hücum gibi savaş sanatının argümanlarıyla mecbur kalmadıkça konuşmamak, dahası konuşmaya gerek yoktur diye düşünürüm, ancak hak edene de hak ettiği şekilde gerektiğinde bu savaş sanatı üzerinden cevap vermekte de bence hiçbir sakınca yoktur.
Şimdi vefatların ardından ilgili sanatçıdan çalışma birikimi yapanların, yaptıkları birikimi eğer uluslararası boyutta değerlendirecek güçleri yoksa, havada güzel ve süslü sözlerin uçuşup durduğunu görürsünüz. Bu da ülkemizin sözde sanat camiasının gerçekten tam bir trajikomedisini, acı boyutunu gözler önüne serer. Bir vefatın ardından üzülelim mi, gülelim mi gibi çok absurd bir durumu beraberinde getirir. Hepimiz vakti saati geldiğinde göçüp gideceğiz bu diyardan. Mesele bu değil. Mesele gerçekten işe yarar bir şeyleri hakkıyla ve geriye tam anlamıyla bıraktık mı bırakmadık mı, yoksa zamanı boşa mı geçirdik; eskilerin deyimiyle sadece kendimizi mi gezdirdik?! Valla bence buna bakmak gerekiyor. Yoksa gerisi boş…
Özkan Eroğlu