Halkın sanatçısı olmak zordur. Emek gerekir, tırnaklarınla üretmek gerekir, ürettiğine fiyat biçen değil değerini bilen birileri gerekir. Bunları gerçekleştirebilmek için direnmek gerekir, tekellere, baronlara karşı. Egosu ve sadece cepleri şişkinlere karşı. Sanatın özgür ruhunu pazara çıkaranlara, kalıplara sokmaya çalışanlara karşı.
İşte Ressam Tuğrul Çalış, bu karşı direnişin sembol isimlerinden sadece bir tanesi. Belli başlı koleksiyonerlerin, eleştirmenlerin ve galerilerin tekeline sokulmaya çalışılan resim sanatında ve üç beş sanat galerisinin ticari insafına kalmış resim piyasasında kendine yer bulmaya çalışırken sanatın özgür ruhundan taviz vermeden, son 2 ay içerisinde 3 kişisel sergi gerçekleştirmeyi başardı.
Kendine yer bulmaya çalışırken ilkelerinden, hayata bakış açısından taviz vermedi. Resim sanatına nasıl başladığını anlatırken birileri gibi ağdalı laflar kullanarak değil tüm yalınlığı ve şeffaflığıyla düşüncelerini adeta bir tuvale çizer gibi anlattı.
Portre, vazo gibi resimler çizemediğini samimiyetle itiraf ederken bir müzik parçasının ritmi ile nasıl doğaçlama eserler ortaya çıkardığını bu 3 sergide gösterdi. Uluslararası arenada neredeyse hiç tanınmış ressamımız yokken şişme, şişirme, böyyük ressamların arasında ‘bunu ben mi yaptım dün gece’ mütevaziliği ile sanatseverlerin önüne çıkma cesaretini gösterebilmek her babayiğidin harcı olmasa gerek.
Resim yapmayı ne kadar sürede pişeceği belli olmayan ekmek ya da pastaya benzeten Ressam Tuğrul Çalış, ‘Yeterince pişmezse henüz olmamış, çok pişince yanmış oluyor. Önemli olan duracağın zamanı bilmek.’ derken kendi özgünlüğünü ortaya koyuyor ve ürettiği eserleri seyretmenin zevkini bir sanatsever olarak kendisi de yaşıyor.
Matisse, Picasso, Dali, Miro, Chagal, Klimt, Van Gogh, Klee gibi belki de ressamım diyen birçok kişinin bilmediği ressamların hayranı olduğunu söyleyen Ressam Tuğrul Çalış’a biz de kapitale dayalı sanat piyasası içerisinde özgür ve özgün ruhu ile var olma savaşında başarılar diliyor ve nice sergilere diyoruz.
Oğuz Kemal Özkan