Görsel Kültür Ve Arkeoloji Müzelerinin Önemi – Özkan Eroğlu yazdı…
Görsel sanatların insan yaşamına bebeklik yıllarından itibaren girmesi, adeta bir mucize. Özellikle geri kalmış toplumlar böyle bir mucizenin farkında bile değillerdir. Dolayısıyla birçok kuşak bu mucizeden yararlanmadan kaybolup gider. Ülkemizin koşulları göz önünde bulundurulduğunda, eski sanat eserlerini barındıran ve neredeyse her büyük şehrimizde bulunan ‘Arkeoloji Müzeleri’nin, paha biçilmez bir değer taşıdığını belirtmeliyim. Genç kuşaklar, Parisli yaşıtlarınız Louvre’a giderken, sizler de yaşadığınız şehirdeki ya da yakın çevrenizdeki arkeoloji müzesini veya İlk Çağ’dan kalma bir sit alanında bulunan tapınak, tiyatro, hamam, heykel ve rölyef örneklerini mutlaka ziyaret edin ve bu eserler üzerine derinlemesine düşünün.
Ülkemizde, 1699’dan (Karlofça’dan sonra) sonra üretilen ve büyük ölçüde yoğun Batı etkisinde kalmış sanat eserlerinin çoğunluğu yaratıcılıktan uzak, ne yazık ki düşük kaliteli üretimlerden oluşuyor. O nedenle son dönemde kurulan ve “sözde modern müze” (modern sözcüğü de günümüzde ne durumda, bunun farkında bile olmayanlarca yönetilen bu kurumlar) olarak sunulan garabetlerden kesinlikle uzak durun! Bu kendine sözde müze diyen kurumlar, tamamen bir gösteriş malzemesi olarak bazı Batılı ressam veya heykeltıraşları da katıyorlar birikintileri arasına, ancak ne yazık ki bağlamlarından kopartarak… Dahası sanatçının öncesi ve sonrasını ülkesine tanıtmadan! (bunun da büyük yaralar açtığını toplum gelecekte görecektir) Gözünüzün ve ruhunuzun kirlenmesini istemiyorsanız, kendinize bir iyilik yaparak bu “yapay burjuva gösterileri”nden uzak durun! Ne yazık ki çoğu insan bu kirlenme meselesinin farkında bile değildir. Genellikle sözde müzelerin kafelerine gidip orada bir kahve içmeyi bir şey zannettiği için, söz konusu durumun kendisini sinsi bir şekilde nasıl olumsuz etkilediğini anlamaz bile. Kısaca, plastik hatalar içeren, doyuruculuktan uzak ve yavan bir sanat eserinin göze verdiği eziyet ve ruhu zedelemesi söz konusudur böyle kötü ortamlarda. Neyse, bu konu başka bir yazının konusu olabilir…
Biz gelelim asıl konumuza:
İstanbul Arkeoloji Müzesi, yayınlanan kataloğuna göre, bir milyondan fazla esere sahip. Bu, gerçekten etkileyici bir ayrıntı. (ancak her üretim sanat ve yaratıcı sanat ayrımından geçirilerek üst düzey bir ayıklamaya tabi tutulmalıdır) Bu durumda bugün sergilenen eserler de en üst düzeyde kabul edilen örneklerden oluşan bir seçki. Ancak bir sanatçı, sanat eğitimcisi, sanat öğrencisi, galerici ve özellikle müze işleriyle uğraşan herkesin, bu müzede ayda en az bir kez, birkaç saat geçirmesi gerekir. Eğer bir de tutarlı bir sanat tarihi birikimine sahipseniz, müzedeki eserlerle kuracağınız analojik diyalogların sizi nasıl sınırsız noktalara taşıyacağını tahmin bile edemezsiniz. İşte bu tür analojik bağlantıları, ülkemiz coğrafyasında 1699 sonrasında üretilen çok çok az sayıda sanat ürünü ve sanatçıyla kurabilirsiniz.
Özellikle bu müzede, “insan figürü,” “anatomi,” “oran-orantı” gibi bugün sanat eğitimi kurumlarının çeşitli nedenlerle ne yazık ki vermekte zorlandığı konuların yarattığı problemleri kolaylıkla çözüme kavuşturmak mümkün. İşte bu çok büyük bir avantaj. Ayrıca, psikolojik boyutlandırma ile ilgili “figür ifadesi” konusunda, vb. etkileyici ve büyüleyici örnekler bulacaksınız ve belki de öğrendiğiniz sanat tarihinin bazı yönlerinin tamamen ters yüz edildiğini bile fark edeceksiniz. Bu tür bir sarsıcı deneyim, Arkeoloji Müzesi’nin gücünü ve dolayısıyla temsil ettiği sanat eserlerinin, yani sanatın gücünü ortaya koyar. Bu noktada, Google Books’ta dijital olarak sunduğum ve Almancadan çevirerek elde ettiğim Sanatın Gücü isimli metni de hatırlatmak isterim.
Sanatın gücünü doğru değerlendirebilmek, sizin sanata yönelik birikiminizle, dolayısıyla kuram ve uygulama bağlamında ne kadar donanımlı olduğunuzla ilgilidir; bunu hatırlatmakta da büyük yarar var. Sanatta birbirine ne kadar bağlı ve bağlı olmayan birçok bağlam olduğunu fark etmek ise asıl önemli olan; aslında bu durum, yaşamın tüm alanları için de geçerli. Eğer bu bağlam ve bağlantılarını, bağlantısızlıklarını ayrıştıramayıp göz ardı ederseniz, ne yazık ki kendinize sağlıklı bir yöntem geliştiremiyor ve kalıcı, sağlam bir şeyler üretemiyorsunuz ya da üretileni anlamakta çok zorlanıyorsunuz.
Son haftalarda neredeyse haftada bir kez ziyaret ettiğim bu müzeye büyük hayranlık duyuyorum; ancak bu kadar güzel bir müzeye yakışmayan tuvaletler, İstanbul’da yaşayan ve kendini üst seviyede gören insanlarının (yapay, sözde burjuva) durumunu da gösteriyor. Oysa bu durum, ortalama bir iş insanının elinde, modern ve daha sağlıklı bir görünüme hemen kavuşturulabilir; özellikle de ülkemizde kapitalin ne kadar gereksiz yerlere ve işlere harcandığı düşünüldüğünde insan bu duruma üzülmeden edemiyor. Arkeoloji Müzesi’nin tüm çalışanlarını istisnasız kutlamak gerekiyor.
İstanbul ise, kendini yıllardır pek geliştirmeyen ve Almanya’nın Anselm Kiefer ve Gerhard Richter gibi üst düzey yaratıcılarının kesinlikle gerisinde kalmış Georg Baselitz gibi profesyonelle avunacak bir süre! İstanbul’da Eylül ortalarında sergisi açılacak olan bu sanatçıyı yıllarca takip ettiğim için kapsamlı bir eleştiri metni kaleme alma gereği duydum. Bu metin Google Books’ta dijital olarak yayınlandı. Umarım matbaa baskısı da gerçekleşecek.
Türkiye, kendini avutan sanatçılarla dolu; ancak Almanya’da, İngiltere’de ve diğer Avrupa ülkelerinde de bu tür sanatçılar yok mu? Elbette var. Baselitz hakkındaki eleştirimi okuduğunuzda, yıllardır üst noktada bir ressamın nasıl derin plastik yanılgılara düştüğünü anlayacaksınız.
Neyse, arkeoloji müzesinden başlayıp düşüncelerim beni nerelere götürdü. Demiştim ya, bağlantılar ve ilişkiler, sanat ve felsefe başta olmak üzere yaratıcılığa açık ve bunu bekleyen tüm alanlarda çok önemli!
Siz elinizdeki değerlerin kıymetini bilin ve onlardan yararlanmaya bakın, ancak bu bilme işinin ne demek olduğunu herkes kendi bünyesinde çözerek ona ulaşabilir. Bu ayrıntıyı da sakın ama sakın unutmayın!
Özkan Eroğlu
Resim bilgileri
Marsyas (Frigyalı Satyr) Heykeli, yaklaşık MÖ 300-200, Roma dönemi kopyası, Tarsos Mermeri, İstanbul Arkeoloji Müzesi Koleksiyonu.
Matthias Grünewald, Isenheim Altarı, yaklaşık. 1512–16, Ağaç pano üzerine Yağlıboya ve Tempera, 376 x 668 cm, Colmar Müzesi.