Valerie Solanas; kadın kalbinde yatan intikam ateşini dillendiren ve pop-art’ın öncüsü Andy Warhol‘u vuran kadın…Ve bu manifestonun ortaya çıkmasına etkisi açısından bunlardan daha da önemlisi hayatı boyunca vereceği mücadelenin kaynağı olan, yaşadığı zorluklar, biyoloji ve psikoloji eğitimi.
Çocukluğu acılarla ve zorluklarla geçmiş bir kadın. Babasının tacizine uğruyor, dedesinden kırbaçlı dayaklar… Henüz 15 yaşındayken bir denizciden hamile kalıyor. Bu şartlarda hem liseyi bitiriyor hem de üniversitede psikoloji bölümüne giriyor. Ve daha sonra biyoloji. Üniversiteden sonra seks işçiliği yaparak ve dilenerek hayatını sürdürmeye çalışıyor. Bu zor şartlarda dahi emektar daktilosunu yanından ayırmıyor ve oyunlar yazıyor.
1967‘de ‘Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu’nu yazar ve bu kopyaları satmaya başlar. Feminist hareketin en önemli sözcülerinden birisi olur.
Solanas, bir gün ‘Kıçınıza Girsin’ oyununu ilgisini çekeceğini düşünerek Warhol’a götürür. Warhol polis olduğundan şüphelenince ona ‘Polis misin?’ diye sorar. Solanas da ‘Evet polisim, bak bu da rozetim’ deyip cinsel organını gösterir. Warhol’un bir iki filminde roller alır. Ama Warhol’un tek kopyası olan ‘Kıçınıza Girsin oyununu kaybetmesi Solanas’ı deliye çevirir ve bir de aralarındaki para mevzusu yüzünden gider Warhol’u vurur ama Warhol ölmez. Yıllar sonra ‘Ben cinayeti ahlaki bir hareket olarak görüyorum ve becerememiş olmamı gayri ahlaki buluyorum, bu işe girişmeden önce atış talimi yapmalıydım.’ der.
Warhol’un şikayetçi olmaması üzerine düşük bir ceza alır ve psikiyatri koğuşunda yatar. 1971 yılında serbest bırakılır ama rahat durmaz, Warhol da dahil bir çok kişiye tehdit mektupları yollar. Tekrar tutuklanır. Akıl hastanesi süreçleri başlar ve daha sonra serbest kaldıktan sonra benzer bir hayat ve mücadele…
Erkek Doğrama Cemiyeti Manifestosu sadece politik bir metin değil bir sanat eseri olarak da değerlendiriliyor. Aslında Erkekleri Doğrama Cemiyeti diye bir örgüt yok. O bu cemiyeti ve manifestoyu ‘bir ruh hali, belirli biçimde düşünen kadınlar’ olarak tanımlar.
Bir biyolog olarak ‘erkeklerin genetik eksikliği’ tezinden tutun ‘Cinsellik kafasızların sığınağıdır.’ bakış açısına kadar kendisini sansürlemeyen, sert bir feminist kadın profili çiziyor.
Ayşe Düzkan kitabın girişinde Solanas’ın hayat hikayesini bu şekilde özetlerken onun kadınların en bilmediği şeyi yaptığını yani öfkelendiğini ve kadınların bunu öğrenmeye ihtiyaçları olduğunu belirtiyor. Çünkü bu feminist kadınlara göre ‘hatırlamak ve öfkelenmek; bütün devrimlerin anası.’
Manifesto içeriğinden örnekler vermek gerekirse; manifesto öncelikle böyle bir dünyada hayatın, kadınlara uygun olmamasından ötürü, hükümetleri yıkmak, para sistemini bertaraf etmek ve eril cinsi yok etmekten başka bir çare kalmadığını vurguluyor.
Eril cinsin dişinin hizmetine girmeden kendisini de kurtaramayacağını anlatan Solanas, manifestosunda erkeği en sert dille eleştiriyor, erkeğin dişi olamamasını telafi etme takıntısının dünyayı bir bok yığını haline getirdiğini söylüyor.
Manifesto, para-iş sisteminin devam etmesinin gayri insani olduğunu ve eril sebeplerden kaynaklandığını, erkeğin baba olarak anne ve kadınla çatışmaya başladığını, erkeğin ortak bir hedef için işbirliği yapamayacağını, bütün kukuların kendisinin olmasını istemekten başka bir hedefi olmadığını ve bu dünyada mutlu olamayacağını bildiği için felsefe ve dini icat ettiğini anlatıyor.
Ayrıca kadınların, dünyayı nasıl güzelleştireceğinin yollarını da anlatan manifesto, cinsellikten, kültür-sanata kadar bir çok aracın kadının egemen olduğu dünyada nasıl şekilleneceğini de gösteriyor. En ilginç iddialarından birisi ise, erillerin de dişi olduğunu keşfetmekten korkmayan bir bilim anlayışının sonsuz bir yaşamı da mümkün kılacağı…
Eğer bütün kadınlar, erkekleri terk edip onlarla herhangi bir biçimde ilgilenmeyi reddederse hükümetler ve para ekonomisi çökecek, erkekler dişilere tabi olacaktır. Bu da dünyayı ve insanlığı kurtaracaktır. Bu mücadeleye katılmayan erkeklerin öldürüleceğini de yazan manifesto, akıllı erkeğin kendi geleceği için de bu mücadeleye katılması gerektiğini ve aslında erilin genetik olarak uysal olduğunu ve dişiyi takip etmesi gerektiğini belirtiyor.
Ölümsüzlüğün sırrını veren bu ilginç, sert ama her cinsi düşünmeye sevk eden ve daha da önemlisi Nietzsche gibi gerçeğin sınırlarını zorlamaya davet eden ve gerçekle yüzleşmeye cesaretlendiren bu kitabı okumalısınız.
Oğuz Kemal Özkan