Liseli kız için sinema günüydü. Önce en güzel elbisesini özenle çıkardı dolaptan, saçlarını bir başka dağıttı, bir başka sevgiyle taradı saçlarını, bir başka baktı aynaya; annesinin yanağına kondurduğu buse bile o kadar sıcaktı ki kendisi bile şaşırdı, sonra kendini hiçbir zaman göremeyecek olan büyük aşkı için düştü yollara, ara sokaktan Sokakbaşı’na doğru.
Caddeler, ışıklı levhalar, peştemallı kadınlar ve asilzadelerin arasından geçerek yürüdü; tek tük geçen arabaların sesini bile duymuyordu artık. Biletçinin ufaktan asılmasını bile umursamadı ve koltuğa kuruldu o ilk günkü heyecanla. İşte orada evet evet orada onun ismi yazıyordu beyaz perdede. O uzun ve yakışıklı adamın…
Tarık Akan, Türk erkeği için büyük zulümdür. Çıtayı o kadar yükseltmiştir ki ne yaparsa yapsın dönemin erkekleri ona yaklaşamamışlardır. Tarık Akan hem sevilen hem de kıskanılan adamdır.
Oysa Tarık Akan o ulaşılmaz yakışıklığı altında bize benzeyen adamdır…
Fiskobirlik işcileri toplu bilet alıp kuruldular o büyülü koltuklara. Madenciler Tarık Akan ile beraber yürüyordu. Omuzlarını biraz daha yaklaştırdılar birbirlerine, destek aldılar. İlyas konuşurken işte bu diyordu Nurettin(Tarık Akan) ”Asıl Orospu Çocuğu İşçiyi Sizin Gibi Satanlardır” dediğinde Fiskobirlik işçisi Ahmet gibi Tarık Akan’da yumruğunu sıkıyordu, Ahmet büyük bir heyecanla kalkıp alkışlayınca o alkış tüm salona yayılıyordu.
Başka Ne Var Heybenizde – Ulaş Karakaya yazdı…
Sürü filminde Şivan karısını töreden ve hastalıktan kurtarmaya çalışan bir çobandır.
Yol‘da yine karısını töreye kurban etmesi istenir; Zine ile uzun bir yolculuğa çıkar. Oysa Seyit Ali onu öldürmek istememektedir. Yaşatmak ile töre arasında gidip gelir ve karların üzerinde bir kadın cesedi kalır…
Ayna’da yine bir kadına dökülür gözyaşları; Emel Sayın için ağlayan yine odur. Ve onun gözyaşlarıyla beraber o kızın gözyaşları da karışır o yağmurlu bedbaht geceye…
En can alıcısıdır. Can kardeşim. Evet yoksulluğu ve en önemlisi çaresizliği bu filmden daha iyi anlatan başka bir film henüz yapılmadı…
Göçmen ve ayyaş babasını cenazesini defnetmek için bile para bulamazlar. En sonunda baba yadigarı eşeği, bir sucuk imalatçısına satıp cenaze parasını denkleştirirler. Her yoksul cenazesi gibi kimseler yoktur ve yağmur çok yağmaktadır.
İşte en can alıcı nokta… İleride bir mezar görür ve mezarın üzerinde dört-beş tane çelenk vardır. Çelengi koşarak alır ve üzerinde ki ismi yırtıp babasının mezarının üzerine koyar…
Artık kelimeler susar ve sadece çelenk konuşur…
Damat Ferit, Hababam Sınıfı‘nın yakışıklı yüzüdür. Her haylazlığın başında o vardır . Sonra büyür Ferit mezun olur ve kendi okulunu açar. Adı Taş Mekteptir…
Oysa Damat Ferit bizi özel filmleriyle her film bitişinde, her ”Nos” yazışında hayat okulundan mezun etmektedir..
Seksenlerin ortalarına doğru hapishanelerdeki devrimcilere af çıkar. İşkencelerden ve hücrelerden geçip gelen devrimciler hayatın acımasız yüzüyle tekrar karşılaşır. Çoğu iş bulamaz, bir kısmı kanser olur, bir kısmı ölür; bir kısmı dağılmış bir aile bulur. En kötüsü sokağa döndüklerinde, dört bir tarafı dağıtılmış bir ülke bulurlar. İnsanlar yabancılaşmıştır. Dayanışma yerine çıkarlar söz konusudur ve çoğu bu düzene uyamaz. İşkence dışarıda devam eder.
Tarık Akan işkencecesini sesinden tanıyan bir adamı oynar. Onu ellerinden bağlar ve bir kiliseye sokar.
Devrimciler işkencecilerin seslerini hiç unutmaz…
Zaman akıyordu ve geliyordu varoşlardan, sokaklardan yeni çocuklar, kavga büyüyordu; Taksim Meydanında…
Damat Ferit hiç bir zaman büyük şöhretine rağmen şımarmadı ve halktan kopmadı. Hep alçakgönüllü birisi oldu ve düzene sisteme boyun eğmeyen bir devrimci olarak kaldı.
Şimdi vedaların en büyüğünü hakediyor. Çelenge gerek yok…
Mahmut hoca galiba en şanslımız. Hala hepsini yaşıyor sanıyor. Adile’yi, Kemal’i, Zeki’yi, Tarık’ı…
Yılmaz Güney‘in bir notu var Yol filminin başlangıcında; şöyle diyor büyük usta
”Hüznün sayısız tonu, bir çok yüzü vardır; çiçekler, kuşlar, rüzgarlar gibi…”
Hüznün bir de sonbaharı var bir de yakışıklısı artık…
Kız sinema salonun kapısına doğru hamle yaptı filmin sonunu görmek istemiyordu sanki. Hüngür hüngür ağlamaya başladı. Gözyaşlarını sildi; acemice yaptığı makyajı süzüldü yanaklarından. Sinemanın girişindeki kirli camda yüzüne baktı ve toparlanmaya çalıştı. Sonra sendeleyerek yürüdü acemisi olduğu topuklu ayakkabının yüzünden, Asmalı Kahve’nin oradan geçerek sahile doğru yavaş adımlarla…
Ulaş Karakaya