Karlı bir Salzburg günüydü. Takvimler tarih olarak 27 Ocak 1756’yı gösteriyordu. Şehrin sakinleri her günkü olağan yaşantılarını sürdürmeye hazırlanırken, o sabah hiç de sıradan olmayan bir güne uyandıklarını henüz bilmiyorlardı. Sadece saatler kalmıştı Salzburg’lu bir bebeğin doğmasına. Şehirde tüm doğa adeta havadaki büyüyü hissetmiş gibi, derin bir sessizlik içinde ve saygıyla beklemekteydi bu yeni küçük dünya misafirini. Nihayet saat 20.00 sularında, oldukça zor bir doğumun ardından Salzburg semaları altında hayata merhaba dedi bu küçük melek. O zamana kadar dünyaya gelen altı çocuğundan sadece biri (Daima Nannerl diye anılacak olan Maria Anna) hayatta bulunan aileyi büyük bir sevince boğmuş ve her zaman olduğu gibi bu sevimli bebeğe de sağlıklı ve uzun ömür dilekleri yağmıştı. Oysa bu güzel açık tenli, açık renk gözlü sevimli bebek dünyamızda sadece otuz beş yıl gibi çok kısa bir süre misafir kalacak ve en az üç ömüre ancak sığdırılabilecek devasa başarıları o minicik otuz beş yılda tamamlayacak ve tüm insanlığa armağan edecekti. Doğumunun ertesi günü 28 Ocak 1756’da kent katedralinde vaftiz edilen bebeğe ‘Johannes Chrysostomus Wolfgangus Theophilus’ adı konuldu. Fakat çok değil, birkaç yıl sonra dünya onu Wolfgang Amadeus MOZART adıyla anacaktı.
Salzburg Başpiskoposluk Sarayı Orkestrası!nın kemancısı olan Leopold Mozart dönemin şartlarına göre oldukça iyi bir eğitim almıştı. Pek çok konuyla yakından ilgilenen biriydi. Sosyal bilimler ve fen alanında temel eğitimi vardı. Ayrıca Astronomi çok ilgilendiği bir konuydu. İtalyanca, Fransızca, İngilizcenin yanı sıra Lâtince ve eski Yunanca da konuşabiliyordu. Masraflarını kendi üstlenerek bastırdığı ‘Versuch einer gründlichen Violinschule (Temel Nitelikte Bir Keman Okulu Denemesi) adlı kitabı, onun aynı zamanda iyi bir eğitici ve öğretici olduğunu da göstermektedir ki sözü edilen kitap basıldıktan kısa bir süre sonra Fransızca ve Hollandacaya da çevrilecek ve uzun yıllar müzik dünyasında temel başvuru kaynakları arasında sayılacaktır.
Wolfgang‘ın en büyük şansı, böyle bir babanın oğlu olarak dünyaya gelmek ve onun gözetiminde yetişmekti. Doğumundan itibaren ablası Nannerl ile birlikte küçük Wolfgang müzikle çevrili bir dünyada yaşamaya başladı. Daha çok küçük yaşlarda ablası Nannerl klavsen başına geçiyor ve küçük Wolfgang hemen onu dinlemeye koyuluyordu. Ve daha üç yaşındayken oyuncak yerine klavseni kullanmaya, altı yaşına geldiğinde ise çoktan kendi çapında besteler yapmaya başlamıştı. Minik Wolfgang’ın olağanüstü yeteneği, bitmez tükenmez coşkusu, müzikte daima daha çok şey öğrenme tutkusunun ortaya çıkması, yaşamının henüz tek haneli sayılarla söylenen ilk yıllarına rastlar. Ablası da onun gibi çok yetenekli bir çocuk olmasına rağmen, küçük Wolfgang’ın yeteneği çok kısa zamanda onu gölgede bırakmıştı. Baba Leopold Mozart çocuklarının bu yeteneği karşısında tabii ki ilgisiz kalmayacak ve bunu değerlendirecekti. Böylece Başpiskopostan izin alarak çeşitli Avrupa şehirlerine çocukları için geziler düzenledi. Ailece önce Münih’e, arkasından Prag’a ve Viyana’ya, sonra yine Münih, Manheim, Ausburg, Frankfurt, Brüksel, Paris ve nihayet Londra’ya vardılar. Bu gezilerde soylular tarafından dinlenip bolca takdir topluyordu küçük Mozart. Viyana’da Schönbrunn Sarayı’nda İmparatoriçe Maria Theresia’nın ve İmparator I. Franz’ın huzurunda tüm hünerlerini gösterdi. Ama o aynı zamanda altı yaşında bir çocuktu ve kendisine ilgi gösteren imparatoriçenin kucağına atlayıp boynuna sarılıvermişti. Ve tabii ki imparatoriçe de hoşnutlukla karşılamıştı minik Wolfgang’ın bu hareketini. Ne de olsa kendisi de o güne kadar tam on altı kez doğum yapmış bir anne idi. Schönbrunn’da yere düşünce ayağa kalkmasına yardım eden yaşıtı küçük bir kıza ‘Çok nâziksiniz, Büyüyünce sizinle evleneceğim’ der. Geleceğin Fransa Kraliçesi Arşidüşes Marie Antoinette böylece hayatının ilk evlenme teklifini almış olur. Daha sonra Paris’te Madame de Pompadour’un huzuruna kabul edilirler. Ama bu turnelerin Leopold’ün ailesine getirdiği parasal kazanç çok yeterli değildir. Dükler, prensler ve diğer soylu kişiler paradan ziyade altın tabaka, yüzük ve prenslere artık küçük gelen sırmalı giysiler gibi hediyelerle yetinmektedirler. Küçük Wolfgang’ın bu işte en büyük kazancı ise, dünyayı görmek, çağın müzik akımlarını yerinde tanımak, gittiği yerlerdeki büyük müzisyenlerle tanışmak ve onların derslerinden yararlanmaktır. Nitekim Londra’da büyük Bach‘ın oğlu Johann Christian Bach‘ı tanır ki kendisi dokuz yaşındayken otuz yaşında olan C. Bach onu melodik stilin güzellikleriyle tanıştıracaktır. Bologna’da ise besteci ve müzikolog Padre Martini‘yle tanışacaktır. Wolfgang bu değerli kişilerden çok yararlanmış ve onların bir hayli etkisinde kalmıştır. Hayatındaki bir diğer şansı da Haydn ile tanışmak olur. Ve bu geziler sırasında Mozart bir yandan da durmaksızın yeni eserler bestelemektedir. Dönüşünde Salzburg Başpiskoposu Mozart’ı resmen Kapelmeister yapar. Kısa süre sonra da sadece baba oğul İtalya gezisine çıkarlar. Mantua, Milano, Bologna, Floransa ve Roma. Her yerde büyük alkış alır. Roma’da Papa Altın Mahmuz nişanıyla onurlandırır Mozart’ı. Bologna Filarmoni Akademisi kendisini üyeliğe seçer. Verona Akademisi Mozart’a Kapelmeister rütbesi verir. Ve sonunda yeniden Salzburg’a dönüş zamanı gelir ama bu sefer işler pek yolunda gitmeyecektir. Yeni gelen Başpikopos aksi bir adam olup Mozart’a karşı hiç hoşgörülü değildir. Konser turneleri için kendisine izin vermez. Bu sebeple Mozart görevinden istifa etmek zorunda kalır. Ve bu sefer annesiyle birlikte yollara düşer. İlk durağı Münih olacaktır ama ne yazık ki bir türlü iş bulamaz. Üstelik annesini de kaybeder ve tekrar Salzburg’a dönmek zorunda kalır.
Artık o parlak çocukluk günleri geride kalmış, hayatının tüm sorumluluğu omuzlarına yüklenmiştir. Bu arada Constanze’ye aşık olmuştur ve babası hiç istemediği halde onunla evlenir. Ne yazık ki Constanze, Mozart’ın dehasını kavrayabilecek yetenekte bir kadın değildir. Belki de Mozart’ın yaşarken olduğu gibi, ölümünden sonra bile yakasını bırakmayan şanssızlığı olacaktır bu evlilik (Bugün Mozart’ın mezarının yerinin kaybolmasını maalesef Constanze’nin ilgisizliğine borçluyuz).
Mozart hesap işlerinden hiç anlamazdı. Eh Constanze de ‘Yuvayı Yapan Dişi Kuş’ türünden bir kadın olmadığı için, karı koca daima günü gününe yaşıyor ve çoğu zaman masrafları gelirlerini aştığı için Mozart zaman zaman çevresinden borç almak zorunda kalıyordu. Bir zamanların ayakta alkışlanan harika çocuğu artık yorgun, küskün ve tam çocukluktan çıkıp gerçek bir müzisyen olarak üretmeye başladığı anda yalnız bırakılan, umutsuz bir genç adamdı. Hayat onu daha genç yaşında yormaya başlamıştı. Buna rağmen en muhteşem eserlerini bu en karanlık yıllarında yarattı.
1787 yılında, ölümüne dört yıl kala tanışıp dinlediği Beethoven için ‘Dikkat edin, ileride bu delikanlı kendinden çok söz ettirecek’ demişti.
Tüm yorgunluğuna ve hızla sıhhatinin bozulmasına rağmen her an var gücüyle çalışarak dünyaya 620’den fazla eser bıraktı Mozart. Bunlar, Idomeneo, Saraydan Kız Kaçırma, Figaro’nun Düğünü, Don Giovanni, Sihirli Flüt ve La Clemenza di Tito gibi en tanınmışlarının da içinde olduğu 22 opera, 41 senfoni, 30’a yakın piyano konçertosu, keman için 5 konçerto, flüt, klarinet, fagot, korno için 10 konçerto, missalar, kantatlar, serenatlar, oda müziği eserleri, sonatlar, liedler, korolu parçalar, divertimentolar, çeşitlemeler, danslar, menuettolar, konser aryaları, dinsel eserler ve o muazzam Requiem. Ayrıca biz Türkler tarafından çok sevilen Rondo Alla Turca (La Major Piyano Sonatı K.331) yani Türk Marşı’nı da özellikle unutmamak gerekir. Ve de tüm bunlar topu topu otuz yıllık kısacık bir zaman diliminin ürünleridir.
Son yıllarında artık Viyana’dadır. 1791’in Kasım ayında hastalığı çok artar. Mozart’ın bütün hayali sevgili Requiem’ini bitirebilmektir ama ne yazık ki kısmet olmaz. Artık elleri ve ayakları şişmiştir. Kısmen felç olmuş durumdayken bile yazmaya çalışır ama Lacrymosa’nın başında artık kalemi elinden düşer. Ve 1791 yılının 5 Aralık gecesi saat 1 sularında hayata gözlerini kapatır Mozart. On yıl kadar önce büyük aşkı Constanze’siyle evlenmek için mutluluktan uçarcasına girdiği, Viyana’nın sembolü ve gururu olan Saint Stephan Katedrali’nden bu sefer 7 Aralık günü çok kuvvetli bir kar fırtınası nedeniyle oldukça ağır ilerleyebilen atlı bir cenaze arabasıyla uğurlanarak, ebediyen uyuyacağı Saint Marx Mezarlığına doğru sonsuz yolculuğuna çıkar, kimsesiz ve yapayalnız olarak.
Ölümünden bu yana geçen iki buçuk asırlık zaman içinde, her kuşak onun eserlerinde bir başka anlam ve özellik bulmuştur. Yapıtlarındaki bu derin anlam ruhlara işledikçe Mozart’ın insanlığa yardımı sonsuza dek daha da önem kazanacaktır.
Asya Kafkasyalı