Derya Gül… İki etkileyici romanın yazarı.. Usta – çırak ilişkisi içerisinde aldığı eğitim ile ressamlığa da adım attı. Edebiyat, tarih ve felsefeye ilgisi hem yazdığı hem çizdiği eserlerde etkisini şaşırtıcı ve düşündürücü bir şekilde gösteriyor. Yakın gelecekte çıkacak üçüncü romanına ve katılacağı sergilere hazırlanırken pandemi sürecini nasıl geçirdiğini ve hayat normalleşince gerçekleştireceği projeleri konuştuk. Biraz da Türk sanatını…
İlgi ve zevkle okuyacaksınız.
Oğuz Kemal Özkan / KitaptanSanattan.com
- Kısaca Derya Gül’ü tanıyabilir miyiz?
1 Mart 1980 yılında İstanbul’da dünyaya geldim. Erken yaşlarda da okumayı ve yazmayı öğrendim. Yazı serüvenimi erken gelen okuma becerisinin tetiklediğini düşünürüm. İlk romanım “Ayadaki Göz” 2014 yılında ve ikinci romanım “Ah Şu Cahil Filozoflar” ise 2018 yılında yayımlandı. Üçüncü romanımın çalışmalarını da bu sene tamamlayabildim.
Edebiyatın yanı sıra plastik sanatlar yan dal haline geldi. Plastik sanatlarda profesyonellik basamağına ulaşmam 2019 yılında mümkün oldu.
- Yazarlık maceranız nasıl başladı ve iki kitabınızı kısaca nasıl anlatırsınız?
On beş yaşında deneme, öykü ve şiirler yazmaya başladım. İlk zamanlarda üslubum öykündüğüm yazarlardan payını alıyordu. Yıllar ilerledikçe ve ben yazdıkça kendi dilimi keşfettiğimi düşünüyorum.
“Ayadaki Göz” gerçeküstü bir romandır. Olay ve karakterleri kamuflaj olarak kullandım. Yazgıyı sorgularken, insan hayatındaki tesadüflerin aslında tesadüf olmadığını anlattım.
“Ah Şu Cahil Filozoflar” ise 35 yaşında ölen bir adamın sıra dışı hikâyesini anlatıyor. Bu adam her şeyi bildiğini zannediyor ve her şeyi sürekli eleştiriyor. Kendisine dönüp bakmayı ve kendisini sorgulamayı aklına bile getirmiyor. Sonunda, aklına gelmeyenlerle yüzleşiyor. Hikâyenin sonu çok çarpıcıdır.
“Hayatın Anlamı, İnsanın Görmek İstediğinden Daha Fazlası Değildir.”
- Sizce yaşamın anlamı nedir?
Hayata anlam katan insanın kendisidir. Bu yüzden de hayatın anlamı, insanın görmek istediğinden daha fazlası değildir.
- Plastik sanatlara ilginiz nasıl başladı?
Bir gün yolum, ustam Serkan Bayer ile kesişti. İlk zamanlarda sadece gözlemledim. Göz eğitimiyle beraber teorik sanat eğitimi de başladı. İlk çalışmalarım kolajlar oldu. Ardından uzun bir süre sadece portre çalıştım. Yıllar ilerledikçe soyut figüre yöneldim ve sonunda tamamen soyut dışavurumcu resimler yapmaya başladım.
“En İyi Usta Her Zaman Çırak Kalabilendir Derler.”
- Usta – çırak eğitiminin akademik eğitimden farkı ne idi?
Sanatın her kolu sıkı çalışma, disiplin ve sabır istese de usta-çırak eğitiminde bu süreç daha meşakkatlidir. Ne zaman pes edeceksiniz diye sürekli sınanırsınız. Usta, pes etmeyeceğinize emin olduğunda sizi eğitmeye başlar. Ben oldum demeden sürekli çalışmak zorundasınız.
Bilim ve sanat arasında derin bir kardeşlik ilişkisi vardır. Büyük beklentiler, yüce duygu ve fikirlerle sanat yaparsınız. Aynen bilimde olduğu gibi… Sanatı salt bir iş gibi göremezsiniz. Usta-çırak ilişkisindeki sürekli sınanma hali “sanat aşkıyla” ilgilidir. Bu nedenle en iyi usta her zaman çırak kalabilendir derler. Rönesans dönemi sanatçılarını havsalanızda şöyle bir yoklayın; söylediğim biraz daha berraklaşabilir.
“Bir Resim Ben Bitti Demedikçe Bitemez.”
- Rönesans… Bu görüşünüzü biraz açar mısınız?
Rönesans döneminde malzeme çok değerliydi. Zor bulunurdu. Hatta bulunamazdı. O yüzden de sanatçılar resimlerinin üzerine defalarca resim yapmak zorunda kalırlardı. Ben de öyle yaptım. Usta-çırak eğitimimin bir parçasıydı bu. Elimdeki malzemeyi en iyi şekilde kullanmalıydım. Bu da zamanla bende şu algıyı geliştirdi: Bir resim ben bitti demedikçe bitemez. Bir tuvale onlarca kez resim yaptım. Acımadan bozdum çoğunu. Kendi yarattığım şeye körü körüne bağlanmamayı öğrendim. Başka bir anlamda kalıpları reddediyorsunuz.
- Eserlerinizde bir mesaj kaygısı ya da izleyiciyi yönlendirme arzusu taşıyor musunuz?
Asla… Sadece yapıyorum. Tek kaygım, daha iyisini yapabilirdim oluyor. Bu da kendimi ifade etme isteğimin sonucudur. Yani dışavurumdur. Gombrich’in dediği gibi “sanat yoktur, sanatçı vardır.”
“Kaosun Dengesi; Dengenin Ta Kendisi”

- Son dönemde “Doğanın Geometrisi” diye tanımladığınız işler üretiyorsunuz. Pandemi sürecini dikkate alırsak insanlığı nasıl bir düzen bekliyor?
Bizim fark edemediğimiz tüm kaosun aslında dengenin kendisi olduğu gerçeğidir. Kaos ve denge arasındaki nüans budur. İkisi de birbirine dönüşebilir. “Doğanın Geometrisi” sadece bunu söyler. Kaosun bir dengesi olduğunu ve hatta dengenin ta kendisi olduğunu…
Pandemi sürecinden de bir şekilde çıkacağız. Asıl mesele nasıl çıkacağımızda… Yarını bile bilemeden tüm enerjisini yarın için harcayan insan artık şapkasını önüne koyup bir düşünür mü dersiniz? Yoksa marketten çıktığında elindeki iki ufak poşete bakıp cüzdanında tükenen paraya şaşırıp kalmaktan düşünmeye takati kalır mı dersiniz? Özetle, daha evrim sürecimiz bitmedi. Hâlâ insanımsıyız. Evrim bizi insan yapar mı, bilemiyoruz.

- Yakın gelecekte sergi açmayı düşünüyor musunuz?
Açıkçası tek planım sadece resim yapmak. Sergi açayım ya da açmayayım diye bir düşüncem yok. O yüzden her şey normalleşince normal kafayla düşünmek sanırım en iyisi. Bugün itibariyle bazı eserlerim Ankara’daki Maarif Gallery’de sergileniyor.
“Bir Ay mı Yoksa Asırlarca mı Yaşamak İsterdiniz?”

- Türk resim sanatı ile ilgili ne düşünüyorsunuz ve mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk sanatı, Rus sanatı, Japon sanatı, Avrupa sanatı diye bir ayrım yapmıyorum. Sanat sanattır. Türkiye’de sanat derseniz önce eğitim sistemine inmemiz lazım. Oldukça uzun bir mevzu açıkçası… Her şeyin başı eğitim lafının içi o kadar boşaltıldı ki o yüzden “Ah Şu Cahil Filozoflar”ı yazdım.
Elbette çok sevdiğim ve yakından takip ettiğim sanatçılar var. Bu insanlar gıpta edilecek kadar başarılılar. Bazıları ise (aralarında popüler isimler de vardır) sanatı soytarılığa dönüştürmüş durumda. Popüler kültür sabun köpüğü gibidir, gelip geçer. Bir ay sonra herkes unutur. Oysa sanat tarihtir. Hükmünde yanılmayacak yegâne şey zamandır. Bir ay mı yoksa asırlarca mı yaşamak isterdiniz? Sanat duruşunuzu anlamak için en iyi soru budur.
Oğuz Kemal Özkan / KitaptanSanattan.com