Meslekte 55 yılı geride bıraktı.
Modacılık tabirini, ‘modacı’ titrini kabul etmiyor.
Yabancıların tabiriyle o bir ‘grand couturière’, yani ‘Büyük Terzi’.
Yılların verdiği deneyim, ustalık ve olgunlukla hem nasıl giyinmek gerektiği üzerine hem de ülkede birlik beraberlik üzerine önemli mesajlar verdi.
Ayrıca;
Terzi mi, modacı mı?
Kıbrıs’a neden yerleşme kararı aldı? Neden yerleşemedi?
İlk müşterileri hangi ünlülerdi?
Neden dolandırıldı?
Yamağı Barbaros Şansal hakkında ne düşünüyor?
Moda sanat mıdır?
Modanın sokağa etkisi nedir?
Atatürk kadını nasıl giyinmeli?
‘2023’e Hikayeler’ defileler serisi devam edecek mi?
Genç modacılara ve mankenlere tavsiyeleri neler?
gibi soruların cevabını bulacağınız bu söyleşiyi zevkle okuyacaksınız.
KitaptanSanattan.com / Oğuz Kemal Özkan
- Geçtiğimiz yıllarda meslekte 50. yılınızı doldurdunuz. Türkiye’de modacılığın geldiği noktayı ve muhafazakar iklimin etkisini kısaca anlatır mısınız?
55. yılı geride bıraktım şuan. Tabi aslında modacılık diye bir şey yok. Fransızcada ‘couturier’ demektir. Mesela Saint-Laurent’in titri ‘couturière’dir. Türkiye’de böyle kullanıyoruz ama yanlış. ‘Channel’e yani Karl Lagerfeld’a modacı diyemeyeceğiniz gibi.
Çok fazla bir değişiklik oldu diyemem. Gelen müşterinin isteğine göre elbiselerini yapıyoruz. Kapalı elbise isteyene kapalı, açık isteyene açık yapıyoruz. Zaten ‘couturie’ yaptığınız zaman müşteriniz çok genç olmuyor. Genelde ‘couturière’ müşterileri orta yaşlarda oluyor. Parası olan, giyime daha büyük para harcayan bir kesim. Dolayısıyla çok fazla dekolte olmuyor. Resimlerde, defilelerde gördüğünüz elbiseler ancak orada kalıyor. Tabi bu süreçte bir kesim kapanırken kendini bilen bir kesim de o kadar açılmamaya başladı. Ama maalesef ülkemizde şöyle bir şey var; ya çok kapanıyor ya çok açık giyiniyor, soyunuyor çok kötü dekoltelerle. Benim diktiğim elbiselerde öyle aşırı bir dekolte yok. Ben de sevmiyorum zaten. Ben dekolte, transparan elbiseleri koleksiyonlar için yapan birisiyim. Öyle açık elbise diktiğimiz sayılıdır. Çok giyinen camia benim müşterim de değil. Benim müşterilerim benim tarzımı, ne diktiğimi, nasıl diktiğimi bilerek geliyor. Fakat bugün yeni nesil hiç bilinçli değil. Eskiden bu anlamda herkesin tarzı bilinirdi ama artık bu da kalmadı.
‘İnsanların vurdumduymazlığından, gaddarlığından ve mutluluğunu başkalarının mutsuzluğunda aramasından dolayı çok yoruldum.’
- 2015 yılında verdiğiniz bir röportajda Türkiye’nin şartlarının artık sizi rahatsız etmeye başladığını söylemiş ve Barbaros Şansal ile birlikte Türkiye’den ayrılıp Kıbrıs’ta bir İngiliz köyüne yerleşeceğinizi açıkladınız. Yerleştiniz sanırım ama aynı zamanda Türkiye ile bağları koparmadınız. Orada hayat nasıl gidiyor? O zamanda dediğiniz gibi ‘Yarı emekli’ olarak mı çalışmalara devam ediyorsunuz?
Türkiye’nin şartlarından ziyade insanların vurdumduymazlığından, gaddarlığından ve mutluluğunu başkalarının mutsuzluğunda aramasından dolayı çok yoruldum. 55 yıldır çalışıyorum, çalışmaya devam ediyorum ve işim olsun olmasın hep atölyedeyimdir, çok büyük bir hastalık olmadığı sürece… Ve dolayısıyla Kıbrıs’a da gidemedik. Ne zaman gideceğimi de bilmiyorum. Bu açıklamayı yaptıktan sonra Kıbrıs’a 3 sene içerisinde bir kez gittim. Hala çalışmaya devam ediyorum yani.
- Önceki yıllarda artık defile yapmayacağınızı söylemiştiniz ancak defilelere de devam ettiniz. Devam etme sebebi ne oldu ?
Her sene yapmayacağım artık bıktım derim. Hatta bu seneki defileyi yaptığımızda da bu son dedim. Defile bitti, taşınmaya başladım aslında ama tam olarak yapar mıyım yapmaz mıyım bilmiyorum.
- Kıbrıs’a yerleşme kararını verdiğinizde koleksiyonunuzu, eşyalarınızı bir müzayede ile satışa çıkarmıştınız. Bundan dolayı bir pişmanlık duydunuz mu?
Ben hiçbir yaptığım şeyden pişmanlık duymam. Çünkü onu kendi kararımla yapıyorum. Benim keşkelerim yoktur.
‘İlk müşterilerim Mine Mutlu ve Gönül Yazar’dı.’
- Emektar makasınızı ve prova aynanızı saklayacağınızı söylemiştiniz. Ne durumdalar?
Tabi, onları saklıyorum. Aynamla hala çalışıyorum. İşe başladıktan 4-5 sene sonra yapılan bir ayna. Ben 50 senedir o aynaya bakıyorum. Kimleri gördüm, kimler geldi, kimler geçti.. Geçen 50 sene boyunca ben o aynada nereye geldiğimi ve nasıl yaşlandığımı gördüm.
Ben bu işi Bursa’da ablamdan öğrendim. İstiklal Caddesi’nde atölyemi açtım. Bir gece kapıda bir dikiş –kumaş buldum. Hayatımda tanıdığım en güzel kadının bir dikişi- tayyör kumaşı. O şekilde çalışmalara başladım yani. 5-6 yıl sonra da isim oldum. Ne kadar şikayetçi olsam da artistlerle çalışarak ismim tanınmaya başladı. İlk müşterilerim keşke hala olsalar dediğim Mine Mutlu ve Gönül Yazar’dı.
- Çalışmalarınızı Yıldırım Mayruk Moda Laboratuvarı adı altında gerçekleştiriyorsunuz.(Eğitimler veriyorsunuz sanırım) Bu laboratuvarı anlatır mısınız biraz?
Eğitim vermiyoruz. Üniversitelere workshoplar yapıyorduk. Barbaros ilgileniyordu. Onlarda bitti. Son zamanlarda üniversitelerle çalışıyorduk. Çünkü orada okuyan çocukların ne bir moda müzesi var ne de son dönem hariç ulaşabilecekleri kitapları vardı doğru düzgün. Sadece iyi bir alışveriş merkezinde vitrin görmekten ibaretti gördükleri. Bu iş biraz görme ile ilgilidir. Ne kadar iyi şeyler görürseniz sizin de ufkunuz açılır ve siz de bir şeyler yapabilirsiniz. En son yaptığımız workshoplara valilik izin vermedi. Çocuklar buraya atölyeye workshopa gelmişlerdi. Bu salon yere oturmuş talebe doluydu. Hiç yer yoktu. Onlara, kumaşı, malzemeyi gösteriyor, öğretiyor, ben de sonuna doğru katılıyordum workshoplara. Genel olarak orada gördüğüm şöyle de bir şey vardı; çocuklar workshoplar sırasında ya ellerinde telefonlarla oynuyorlar ya dışarı çıkıyorlar, benim yanıma soru sormaya 1-2 kişi ya geliyor ya gelmiyordu. Onlara şunu sordum; ‘bu mesleği isteyerek mi seçtiniz?’ Çoğu ‘hayır, üniversiteyi burada kazandığımız ya da işte revaçta olduğu için’ gibi cevaplar verdiler. Ve şöyle de bir durum vardı; herkes sadece çizmek hevesinde. Çiziminizin dikilebilirliği için dikiş de bilmek zorundasınız. Ancak böyle bir şeye merakları yok. Yine de kendilerinden o kadar eminler ki; bir tanesi müsvedde kağıda model çizmiş, size satabilirim diye geldi mesela. Bu kadar da cüretkarlar!
Biz bu işten kazandığımızı hep bu işe yatırdık. Balat’ta müze kurup gençleri kaynaklarla buluşturup ücretsiz dersler verme gibi niyetlerimiz de oldu. Orada da dolandırıldık. Türkiye’de bu tarz şeyleri yapmak gerçekten zor.
- İyi günlerin geleceğinden şüphe duymadığınızı söylemiştiniz. Siz de ‘her şey güzel olacak’ beklentilerinin olduğu bu süreçte bu umudunuzu koruyor musunuz hala?
Hepimizin umudu bu yönde. Güzelin de güzeli var tabi. İnşallah, güzel günler gelecek. Ben umudumu koruyorum her zaman.
‘Düğüne Cumhurbaşkanı da gelecek, Barbaros değil Yıldırım gelsin.’
- Yamağınız Barbaros Şansal. Son dönemde kendisine çeşitli mecralarda linç girişimlerinde bulunuluyor. Ülkenin geldiği ve geçtiği bu süreçte bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kendisi bir birey. İstediği şeyi yapmak da serbest. Ben sivri çıkışları olan birisi değilim. Çok hazımlı bir memlekette yaşamıyoruz. Söylediğiniz her şeyi savunabilirsiniz tabi ki bu sizin hakkınız. Ama bu ülkede hoş karşılanmıyorsunuz. Mesela bu hafta çok garip bir şey yaşadık. Çok yakından tanıdığımız bir ailenin düğününe davetliydik. Ben normalde çok ortada gözükmeyen bir adamım. Çıkarsam da kenar kıyı köşede takılırım. Çok fazla durmadan da ayrılırım zaten. Davetlere de düğünlere de çok ender gidiyorum. Bu düğün için ısrarlı davet geldi ama şöyle bir şey söylediler; ‘Düğüne Cumhurbaşkanı da gelecek, Barbaros değil Yıldırım gelsin.’ Böyle şeyleri kabullenemiyorum. Barbaros ne Öcalan ne Feto! Sadece bir vatandaş. Herkes gibi hükümetin bazı icraatlarını beğenebilir ya da beğenmeyebilir. Bu tarz tepkilerden hoşlanmıyorum. İnsanların kutuplaşmalarından rahatsızım. Benim de dikişimi beğenen var beğenmeyen var. Benim dikişimi beğenmeyene düşman mı olacağım?
- Ve yeri gelmişken yamağınızın modacılığını sizin deyiminizle terziliğini nasıl buluyorsunuz?
Barbaros müthiş bir zeka. Bir bilgi küpü. Yaratıcı. Ben o kadar değilim mesela. Ne yazık ki bu memlekette çok şey yaparsanız, kimisi çok sever kimisi de hiç sevmez. Onun müdanası yoktur. ‘İşleri bıraktım’ dedi artık. Yine burada ama eskisi kadar işlerle alakadar değil. Ben de bıktım. İşimi çok seviyorum ama maalesef … Ben çok güzel günler gördüm, çok iyi müşteriler.. Hala da öyle devam ediyor ama dışarısı, insanların yanlışları bana karşı olmasa da genel olarak rahatsız ediyor.
- Barbaros Şansal ‘profesyonel bir manken dövme yapmaz’ demişti. Katılıyor musunuz?
Ben de sevmiyorum. Bir elbise yapıyorsunuz, sırtında kocaman bir dövme. Çalıştığım kızlarda da var maalesef.
- Moda sanat mıdır sizce? Moda-sanat ilişkisi nasıl olmalı?
Moda sanattır tabi ki. Ben ne yapıyorum? Vücudu bir bina gibi inşa ediyorum. Göğüs yoksa göğüs koyuyorum, göğüs turu darsa genişletiyorum. Kalça yoksa kalça yapabiliyorum. Bir kadını yukarıdan aşağı 4 cm daraltarak biçim veriyorum. Proporsiyonu ayarlıyorum, kötü yeri kapatıyorum, iyi yeri çıkarıyorum. İçeride bir inşa, dışarıda bir resim yapıyorum yani. Ama ne yazık ki ülkemizde bizim mesleğimiz zanaat olarak görülüyor. Dünyada böyle değil tabi.
Ben beğeni olarak bu işin kaymağını yedim, beğenildim, takdir edildim, böyle bir açlığım yok. Dışarıda çok ünlü mankenlerle çalıştım. Sana bunlardan iki tanesini söyleyeyim. Paris modasının en büyüğü, bana göre dünyaya gelmiş en güzellerden Katoucha ile çalıştım. Çok iyi dostum oldu. Yine kapılarda karşılanan Rebecca ile çalıştım. Daha bir sürü isimle çalıştım. Onlar beni dışarıda birisiyle tanıştırırken ‘grand couturière’ yani büyük terzi olarak tanıştırıyorlardı. Bizde de işte ‘Modacı Yıldırım’
- Kreasyonlarınızda Atatürk kadınını temsil etmeye çalıştığınızı söylemiştiniz. Atatürk kadını nasıl giyinmelidir?
Modern bir giyim tabi ki. Bunun açıklık ya da kapalılıkla alakası yok tabi. Hepimizin ailesinde kapalı insanlar var. Ben asker çocuğuyum. Benim annemin eşarpı vardı. Önden 3 parmak saçı görünürdü ama düğünde falan başını açardı. Sonra ileri ki yıllarda etrafa karşı saç görünmesi azalmaya başladı. Kapalı bir kadın şık olmaz diye bir şey de yok. Bazı ölçüler var; etek boyunun uzunluğuna göre ceket uzunluğu eteğin bolluğuna göre ceketin kupu gibi.. Bu kaideleri uygularsanız kapalı bir kadın da çok şık olabilir. Mesela geçenlerde Çırağan’da kafede şöyle bir kadın gördüm; tüvit pantolon, üstünde içli dışlı bir kaşmir bir takım giymiş triko, çiçekli bir eşarp ve bir tarafını öne bir tarafına arkaya doğru atmış, sıkmamış kendini, bir eli cebinde bir elinde sigara içiyordu. O kadar şık ve seksi bir kadındı ki. İşte bazı kaidelere dikkat ederseniz şık olabiliyorsunuz.
‘Müslümanım ve kendime göre çok dindarım’
- Biz de başı kapalı kadınlar için genel olarak şöyle eleştiriler yapılıyor; ‘başı kapalı ama her tarafı açık ya da bütün hatları belli oluyor’ gibi.
Bu da ayrı bir mesele. Mesela ben Müslümanım ve kendime göre çok dindarım. Devamlı dua eden bir adamım. Bu dualarım da hep başkaları içindir. Ben de upuzun bir yırtmaç giymiş, üstünde transparan elbiseli başörtülü bir kadını yadırgıyorum. Yani bazı kaideler var. Ama demiyorum ki yere kadar palto giy! O da sokağın bütün pisliğine üzerine alıyor, gidiyor o elbiseyle namaz kılıyorlar. Bu da bana ters geliyor.
- “Sokakta şortlara tepkim var. 18 milyonluk bir şehirde yarısı meydanda olan popoyla gezilmesi çok ters” demiştiniz. Bunu sokaktaki insanların şıklığı açısından değerlendirdiniz sanırım.
Poponuz meydandaysa bu müstehcen olmuyor mu? Ben bunu söyleyince Hürriyet Gazetesi’nde üç hanım var; ‘bunu Barbaros’a sormak lazım’ şeklinde bir yorumda bulundular. Aslında böyle şeylere önem vermiyorum ama bunu hakaret olarak almam lazımdı sanki ben böyle konularda beyanat verebilecek nitelik de değilmişim gibi. Ben şehir içinde hadi gençlerde neyse ama 70 yaşında şortlu, göbekli at kuyruklu bir adamı yadırgıyorum, sevmiyorum. Geçtiğimiz gün birisini gördüm hatta bunu çekmeliyim dedim; popo yuvarlaktır ya bu yuvarlağın yarısı meydanda! Ben bunu sevmiyorum.
Adada, yazlık bir yerde, plajda giyin ama ben şehir içinde çıplaklığa karşıyım. Hele böyle Müslüman bir memlekette.. Bu memleketin yarısı açılıyor yarısı kapanıyor. Kapalının açığa, açığın da kapalıya saygılı olması lazım o da ayrı tabi.
- Sizce sokaktaki modayı belirleyen etkenler nelerdir? Sizin gibi duayen modacıların sokağa etkisi ne kadar olabiliyor? Kısaca sizin dediğiniz gibi hala toplum olarak giyinmeyi öğrenemedik mi?
Eskiden müşterilerimizin günlük elbiselerini de dikerdik. Sokak elbisesine çok dikkat edilirdi. Yazlığa giderken, vapurda giyecekleri elbiselere kadar biz dikerdik.
Yine geçtiğimiz günlerde bir hastanede hamile bir kadını gördüm. Üzerinde beyaz, 40 cm uzunluğunda kuyruğu olan bir elbise ve etek. Yerlerde sürünüyor. Kuyruklu bir elbise dışarıda giyilmez.
‘İnşallah bu memleket refah, huzur ve birlik içinde çok seneleri kutlar.’
- Cumhuriyetin 75. Yılında başladığınız ‘2023’e Hikayeler’ defileler serisi devam ediyor. Bu defilelerle temel amaç ve hedef nedir acaba?
Cumhuriyet’in 75. yılını kutlarken Cumhuriyet’in yüzüncü yılını hedef aldık aslında. Çünkü 75. yılda çok sevindik, 100. yılı bizi daha çok sevindirecek diye. Görürüm görmem o ayrı. Şimdi genç olsam 150. yılı da hedef alırım. İnşallah bu memleket refah, huzur ve birlik içinde çok seneleri kutlar.
- Son olarak genç modacılara, bu mesleği seçenlere ve mankenlere tavsiyeleriniz nelerdir?
Artık hiç kimsenin bir tavsiye almayı ihtiyacı yok. O eski devirdeydi. Bizler saygılıydık vs vs. Şimdikiler her şeyi o kadar iyi bildiklerini zannediyorlar ki yolları açık olsun.
Ben 1980 senesinden beri senede iki defile yapıyorum. O senelerde çok iyi mankenler vardı ama defileler bir curcunaydı. Elbiseler mankene göre seçilirdi. Yine de neyi nasıl giyeceklerine ne takacaklarına ben karar verirdim. İçlerinde çok iyi çok profesyonel mankenler vardı. İsim verebilirim; Ebru Ün, Deniz Pulaş ve Sema Şimşek ile profesyonel bir dönem başladı. Benim çalıştığım mankenler de bellidir zaten. Mesela Sema Şimşek ile 29 sene çalıştım. Herhalde dünyada böyle bir şey yok. Onlara ömrüm olsa siz 80 yaşına gelseniz ben sizi yine çıkarırım derdim, derim. Benim bu anlamda manken problemim yok.
- Çalıştığınız mankenlerin özel hayatına dikkat ediyor musunuz?
Tabi ki dikkat ediyorum. Herkesin erkek arkadaşı, özel hayatı olacak. Bunlar hoşgörüyle karşılanır ama mankenim diye ortada dolaşıp çok tanınan isimler var. Ben onlarla çalışmam! Benim mankenlerim bellidir. Eğer birisi meşgulse yerine birisi girer. Ne yazık ki artık manken yok, çıkmıyor. Onun için son senelerde defilelerimizde hep değişik bir kadro var. Ama benim ana mankenlerim hiçbir zaman değişmez.
- Tam zamanlı çalışmaya devam o zaman?
Bazen diyorum ki haftada 4 gün çalışırım 3 gün çalışmam. Evvelki seneye kadar Cumartesi günleri de çalışıyordum, şimdi Cumartesi çalışmıyorum. Çalışmaya başladığım zamandan beri hayatımda istediğim tek bir şey oldu; bir gün kalkıp giyineceğim ama ‘ben bugün işe gelmiyorum her şeyi iptal edin’ diyeceğim ama bunu yapamadım hiçbir zaman! İşe başladığım günkü müşterimin, çocuğu, torunu bana gelmeye devam ediyor. Anneanneye gelinlik diktim, kızına diktim, torununa diktim. Günümüzde gençler ananesinin gittiği terziyi beğenmez ama benim müşterilerimde öyle bir durum yok. Bana geliyorlar ve diktiriyorlar.
- Kolay gelsin ve nice yıllara diyelim o zaman. Bu güzel sohbet için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
KitaptanSanattan.com / Oğuz Kemal Özkan