Ayasofya Ve Kariye’nin Müze Statüsünden Çıkarılması Üzerine – Özkan Eroğlu yazdı…
Sanat tarihi disiplini açısından, özelde mimarlık ve resim tarihini yakından ilgilendiren imajları ve ayrıntıları bünyesinde barındıran gerek Ayasofya, gerekse Kariye’nin müze statüsünden alınıp, ibadethane statüsüne taşınması doğru mudur, yanlış mıdır? Bu soru etrafında kısa bir tartışma gerçekleştirelim.
Öncelikle belirtmeliyim ki elimizdeki müze yapılarını azaltacağımıza artırmamız, camileri ise artıracağımıza azaltmamız gerektiğine inanıyorum. Zira cami mimarisinde Mimar Sinan bir zirve. Ondan önce mimari estetikte aşağıdan yukarıya tırmanan grafik eğri. Sinan’dan sonra tekrar yukarıdan aşağıya adım adım düşüş göstermiş. Bu düşüşün zirvesi ve tepetaklak noktası da birçok Sinan benzeri, mimari açıdan ruhu olmayan camilerin ortaya çıkmasına neden olmuş, güzelim Çamlıca tepesine kondurulan ve hiçbir orijinalliği bulunmayan cami binası ile de sözü edilen mimari ruhsuzlukta son nokta konulmuştur. Yazık ki; bu eleştiriyi bir sanat tarihçi sorumluğuyla yapmak zorundayım; kimse kusura bakmasın! Unutulmasın ki sanatta atılan ruhsuz her adım, bir toplumu ve dahası ülkeyi de giderek güzellikten uzaklaştırarak manevi açıdan güçsüz bırakacaktır.
Böyle bir mimari bakışla “tekrar” kültürünü destekleyen siyasi anlayış, sözünü ettiğim iki müzeyi de camiye dönüştürdü bir çırpıda veya dönüştürdüğünü zannetti. Bir yer cami ise, içindeki Hıristiyanlık konulu resimleri açılır kapanır sistemle ibadet saatlerine göre ayarlanmaz! Ya üzerini açık ya da hiç açılmamak üzere kapatırsın ki, eylemin bir samimiyet kazansın. Oysa imanın, inancın veya ibadetin tasvirle falan ilgisi olmadığını, asıl kişinin ‘iç’i ile bağıntılı ve yaradan ile kul arasında olduğu gerçeğini artık bu yüzyılda görmek gerekir. Bu söylediklerim gerçekleşmediğine göre, günümüz siyasetçilerinde böyle bir dünya görüşünün ve anlayışının olmadığını da anlamış oluyoruz…
Yukarıda yönelttiğim sorunun cevabı: Yanlış eylem!
Bu tip, sanat tarihinin kült yapıları sadece camiye değil, özü olan kiliseye de çevrilmemeli çünkü insanlığa mal olmuşlardır. Artık herhangi bir toplumsal kesime ait değillerdir. Sadece ve sadece tüm dünya halkına armağan kültürel miraslar olarak görülmelidir. Aslına bakılırsa girenden ücret bile alınmaması gerekir; çünkü bu yapılar, zaten kendiliklerinden birer müzedir. Yani müzeye çevrilmeleri için herhangi bir şey yapılmasına gerek bile kalmadan zaten başlı başına bir müzedir. Bunu sadece Türkiye için söylemiyorum. Bütün dünya ülkeleri için söylüyorum; aklıma geldi İtalya Ravenna’daki S. Vitale’ye girişte de ücret almak görgüsüzlüktür, tuhaftır. Girişine bir bağış kutusu koyarsanız, isteyen bağışta bulunur zaten.
Bu konu bir sanat tarihçi olarak neden beni bu kadar ilgilendiriyor; çünkü Bizans sanatı ile ilgili araştırma yapacak bir kimsenin bu yapılara sayısız defa ve rahat şekilde giriş çıkış yapması gerekir de ondan ya da ciddi bir sanat izleyicisinin bile. Siz böyle bir yapıyı camiye çevirdiğinizde oraya bambaşka bir anlam yüklemiş, özü zaten kilise olan yapının aurasını bozmuş, kısaca onu bedbaht hale sürüklemiş oluyorsunuz.
Bu durum sayesinde, ülkemizde tarihi eser koruma ve yaşatma, o tarihi eserleri canlı tutma kanunnamesinin de hiçbir anlam taşımadığını, hatta yok hükmünde olduğunu, ayrıca ülkemizdeki akademisyen Bizans uzmanlarını da kimsenin ciddiye alınmadığını iyice fark etmiş oluyorsunuz. İstanbul’da güçlü bir Bizans Araştırma ve Araştırmacı bünyesi olsa, politikacılar bu denli kolay at oynatabilir mi? Gerçi mazbatayı tek bir insanın eline verince iş bitecek demiştik 2017 yılında ve de iş bitmez, bir şey olmaz diyenlerin çokluğuyla ülke bugün, bu durumlara kadar geldi.
Sanatta siyaset, bu denli işin içinde olmamalı. Yüzyıllara meydan okuyan bu yapılar üzerinde insan denen varlık bu kadar tayin edici, keskin kararlar vermemeli diye düşünüyorum. Yoksa ruhu olan bu tip yapıların ruhlarını bozmaktan ötürü ahını alırsınız, bu yapılar da bir gün gelir size yaptığınız ‘iç’sizliğin bedelini ödetir. Çünkü yapıların da bir hafızası vardır ve bu hafıza güçlü bir hafızadır, iyi kayıt tutar. Kısaca bu yapılara çektirilen çile ve ahın, sonunda sizden ya da gelecekteki kuşaklarınızdan gün gelip çıkacağını hiç ama hiç unutmayınız!
Özkan Eroğlu
Not: Müze kart uygulamasında da yıllık alınan kartlarda ilk çıktığında sınırsız olan giriş, bugünlerde bir müzeye iki kere giriş’e düşürülmüş. Yine bir samimiyetsizlik ve de kısa gün hesabı! Bu da yanlış bir uygulamadır. Ya yıllık kart tamamen kaldırılsın ya da ilk çıktığı gibi uygulamaya geri dönülsün.
İBB’den Ekran Bağımlılığıyla Mücadele: 5 Merkezde Ücretsiz Hizmet