Varoluş nedenlerini merak etme, sorgulama ile başlayan keşifler ve yeni buluşlar kuşkusuz günümüz koşullarında daha hızlı ve sağlıklı bir şekilde yürütülmektedir. Nano yani giyilebilir teknoloji ürünlerin tüm sosyal yaşamımızı düzenleyecek duruma geldiği, yapay zekânın, insan zekâsıyla eşitlenecek boyuta taşındığı dijital çağda, kapitalizmin kendi varlığını sürdürebilmesi için temel olarak tüketime ihtiyaç duyar. Kısaca ve basitçe “tükettiğin ölçüde varsın, değer görürsün” ilkesi, insanoğlunu yalnızca değerlerinden soyutlamakla kalmıyor, kimlik ve kişiliğinde de ciddi bir deformasyona neden olarak dijital çağa uyumlu bilinçsiz ve hibrit gibi yeni kimlikler, kişilikler oluşturuyor. Pek tabi ki bu hızlı ve bilinçsiz tüketim, yaşadığımız gezegende çöp ve muhtelif atıklar yığınıyla yeni kıtalar oluştururken insanoğlu bu defa da atıkları geri dönüştürmenin yollarını arıyor. Diyebilirim ki; doğanın kendi özgün, eko sistemine müdahale eden insanoğlu kendisini dönüştürecek, mutasyona uğratacak buluşlarıyla da kendi sonunu hazırlıyor.
Bienal yazısına böyle bir girizgâhla başlamamın nedeni, İKSV’nin 2019’da düzenleyeceği “16. İstanbul Bienali”nin başlığını “7. Kıta” olarak belirlemiş olmasıydı. Saint Joseph Fransız Lisesi’nde 11 Aralık 2018 Salı günü düzenlenen basın toplantısında, Bienal direktörü Bige Örer’in kısa bir açılış konuşmasının ardından Bienalin küratörlüğünü üstlenen Nicolas Bourriaud ise oldukça uzun bir konuşma yaptı. Bienal başlığını “7. Kıta” olarak belirlediklerini, insanın yarattığı doğal ve kültürel atıkları ‘Bienal’in odağına alarak sanatçılar, düşünürler, antropologlar ve çevrecilerle birlikte sanatın güncel durumunu inceleyeceklerini belirtti. Ana başlığını Pasifik okyanusundaki 3,4 milyon kilometrekare genişliğindeki devasa atıktan alan ‘Bienal’in amaç ve hedefine, var olanın üzerine neleri ekleyeceğine dair pek de tatmin olmadığımı söyleyebilirim.
‘Popüler Bilim’in Keşfettiği Plastik Kıta
Bu alt başlık altında hemen belirtmeliyim ki, amacım ‘Bienal’e ilişkin salt bir eleştiri yazmak değil, sanat çevrelerinde sıkça rastladığımız; var olanın değiştirilmeden, geliştirilmeden olduğu gibi tekrarlanmasının bireysel / toplumsal aydınlanmaya katkı sunmayacağını yeniden hatırlatmaktır. Zorunlu olarak konuyu daha da basite indirgeyecek olursam; bir tahtaya dört ayak eklenerek bir sehpa veya masa icat edilmişse bunun aynısını tekrarlamak, insan ihtiyacını belli bir ölçüde karşılayacaktır. Fakat bir başkası bir tahta, dört ayağa bir de çekmece eklemişse işte bu düşünsel tasarım, o zanaatın geliştirilmesine katkı sunmuş, sehpa veya masayı çok amaçlı hale getirmiştir demektir. Vermiş olduğum bu basit örnekten hareketle tüm sanat çevrelerini üretimleriyle, yaratıcılığıyla kıyasladığımızda genel olarak nasıl bir kısır döngüde hareket edildiği, birbirini taklit ve tekrar ettiği daha kolay anlaşılacaktır.
Konumuza dönecek olursak, popüler bilimde “7. Kıta” olarak adlandırılan Pasifik Okyanusu‘ndaki 3,4 milyon metrekare genişliğinde ve 7 milyon ton ağırlığındaki bir plastik yığınını, Bienal’in ana başlığı olarak belirlemek popüler bir yaklaşım olmakla beraber var olanı tekrarlamaktan öteye gidemeyeceğini düşünüyorum. Dünya denen gezegende genel geçer olarak kabul gören coğrafi kıta sayısının 7 olduğunu ancak her ne kadar bilimsel gerçekliği kesinleşmemiş olsa da bilim adamlarının “Zealandia” adını verdikleri 8’inci kıtayı da keşfettiklerini biliyoruz. Dolayısıyla hangi kıtayı veya neden ikinci bir 7’nci kıtayı keşfedeceğimiz, bana göre Bienal’in merak edilen sorusu olmalıdır. Çünkü popüler bilimin keşfettiği ve 7. Kıta olarak tanımladığı plastik atıkların dışında teknolojik ve muhtelif atıkları göz ardı etmemiz söz konusu değildir. Keza, bir kıtadan söz etmek gerekiyorsa teknolojik atıkların bir arada toplanması durumunda, yerküre de kaplayacağı hacimsel alanın plastik atıkların kat kat üstünde olacağı da kuşku bırakmayan bir gerçektir. İkisi arasındaki tek fark, Pasifik Okyanusu’ndaki plastik yığının kendiliğinden, teknoloji atığının ise insan müdahalesi sonrasında meydana geldiği olacaktır. Üzerinde ciddiyetle durmamız gereken nokta, toplumsal bilincin oluşturulması için atıkların nasıl oluşturulduğu değil, neden ve sonuçlarının insan yaşamını, doğayı ve dahası tüm canlıların paydaş alanı olan gezegeni nasıl etkileyeceği olmalıdır. Dolayısıyla toplumsal bilinç veya çok popüler bir deyimle farkındalık oluşturulacaksa eğer öncelikle bütün gıda maddelerini plastik ambalajlardan çıkartmakla başlanmalı. Keza marketlerin parayla sattığı plastik taşıma poşetlerinin farkında olmadan Pasifikte keşfedilmiş plastik atıkları tekrar keşfetmenin nasıl bir toplumsal bilinç veya duyarlılık oluşturacağı kuşkuludur.
Temizlemek, başka yerleri kirletmektir.
İnsan faaliyetlerinin bir sonucu olarak dünyanın sanal / sentetik mekânlara dönüştürüldüğü, canlılar ile makinelerin, doğal ile yapay zekânın yarıştığı yeni bir jeolojik çağa girdiğimiz konusunda bilim adamları da hemfikir. İnsan faaliyetlerinin, gezegen üstündeki etkisini konu alan ve kısaca Antroposen olarak adlandırılan bu yeniçağ, aynı zamanda yerleşim merkezlerindeki insan ile kırsaldaki hayvan arasında var olduğuna inanılan kültür / doğa ayrımını ortadan kaldırmakla kalmıyor, insanı sanatın merkezinden de dışlıyor. İnsan eliyle doğaya yapılan müdahaleler sonucu meydana gelen küresel ısınma, başta iklim değişikliği olmak üzere ve buna bağlı olarak da değişim ve dönüşümler, gezegeni ciddi ölçüde tehdit ediyor. Konu başlığına sadık kalarak devam edecek olursak, şayet bir atık yığını ve bu yığının tehlikeli sonuçlarına dikkat çekmek gerekiyorsa bu sadece plastik yığınlarından ibaret olmamalıdır. Daha mikro açıdan bakacak olursak, kullanılan her şeyin kendi atığını oluşturacağı, en doğal temizlik maddesi olan su ile yıkanan herhangi bir şeyin temizlendiği fakat suyun kirlenerek atık haline geldiği gerçeği arasında doğal bir diyalektik kuruludur.
Doğanın sistematik döngüsü içerisindeki diyalektik, mükemmel bir şekilde bozulmadan devam ederken insan elinin değdiği, ulaştığı her yer ve her şey bu doğal döngüyü bozmuş, ciddi sorunlara neden olmuştur. Sonuçta dünya dediğimiz gezegen yalnızca plastik atıklarla değil, muhtelif atık yığınlarıyla insan sağlığını ve yaşamını tehdit eder hale gelmiştir ki, bu tamamen insanın kendi çabalarının kaçınılmaz bir sonucudur. Popülist bir yaklaşımla değerlendirecek olursak zaten jeolojik oluşum sonucunda 7 coğrafi kıtadan ibaret gezegene bir 7’nci kıtayı daha eklemek, yeni bir keşif olmayacağı gibi doğal oluşumla, insan faaliyetleri sonucu olan bu önemli ayrıntıyı anlamamızı zorlaşacaktır. Şayet insan faaliyetleri sonucunda gezegendeki atık yığınlarını keşfedeceksek,“Plastik Atık”la başlatılan yeni kıta arayışlarımızı teknoloji atığı, muhtelif çöp atıklarıyla sürdürmeliyiz. Bilinçsiz yaratıcılığımızın sanat eserleri olarak keşfettiğimiz bu devasa çöp kıtalarının, insanlığı ve doğayı nasıl bir tehlikeyle baş başa bıraktığına dikkat çekmek veya en azından bu konuda toplumsal bilinçlendirmeyi görev olarak belirlemek, temel prensip olmalıdır. Hepimizin ortak arzusu olan temiz toplum, temiz dünya kendiliğinden var olamayacağına göre en azından suya / sabuna dokunma gerekliliğinin bilincinde olmak, her bireyin ortak sorumluluk alnını da belirlemektedir.
Toplantıda aktarılan genel bilgi çerçevesinde Bienal’in, gezegeni kuşatan temel sorunu kapsamlı bir şekilde ele aldığını söylemek mümkün fakat 14 Eylül / 10 Kasım 2019 tarihleri arasında gerçekleşecek olan İstanbul Bienali’nin amaç ve hedefine ulaşıp ulaşmayacağını, toplumsal etki ve yansımalarını ancak Bienal süresinde daha somut olarak görmek mümkün olacaktır.
Veysel Boğatepe