Günlerden bir gün kendimi ilginç bir törende buluverdim. ‘Yüksekten Uçanlar Yüksekten Bakar’ tesislerinin açılış töreniydi. Törende son avın taze bizon etlerinden yapılmış barbekü dâhil ilginç etkinlikler vardı. Törene kürenin en yüksek mevkilerinden katılım bekleniyordu. Benim çağrılma sebebim bulanıktı. Olmamam gereken bir yerdeymiş hissine kapılmam normaldi. Bu nedenle aşırı gözlemci olmam bekleniyordu. Oldukça kötü aydınlatılmış tesisin girişinde bir hareketlilik oldu, kraliçe mamut kemikleri ile yapılmış tacını giymiş elinde Leonardo da Vinci‘den iki kodeks ile çıkageldi. Rivayete göre tesislerde Leonardo da Vinci’nin şifresini çözecek uzmanlar ile bir seminer düzenlenecekti. Ömürleri boyunca bir eskizin doğum sancısını çekmeden sabahlara kadar konuşabilecek bu uzmanlara Louvre küratörleri, Prado Müzesi‘nin antikacıları ile belki bize de düşer diye beklenti içindeki Sotheby’s ve Christies müzayede mağaralarının uzmanları eşlik ediyordu. Rivayete göre yumruklaşmaya kadar giden bir tartışmayı kraliçenin sonlandırması bekleniyordu. Sahiplenemedikleri bir obanın lideri onlara aldırış etmeden yanında getirdiği tüyleri bol renkli Pasifik maskını takmış sergideki duvar resimlerine bakıyor ve yanındaki Banksy ile tartışıyordu. Ağzından dökülen ‘manüplasyon’ ve ‘iki- yüzlülük’ kelimelerinden yüksek dozdan bir sanat ortamı eleştirisi yaptıkları anlaşılıyordu. Mona Lisa’yı çaldığı iddiasından beri bu kadar öfkelendiği görülmemişti. Banksy ile beraber gelen bir istifçi her ihtimale karşı yanında dekopaj dahil her türlü inşaat ekipmanını getirmiş duvardan aşırabileceği bir bizonu Miami Sanat Fuarına götürüp milyon deniz kabuğu karşılığı satabilme ihtimalini araştırıyordu. Tesisin kapısından girdikleri andan beri güvenlik sağlayan iki avcı onlara eşlik ediyordu.
Törende öncelikle sergideki eserlerin sahibine fahri doktora verilerek başlandı. Bizon resminin önünde doktorasını alan cüppesini sırtından nasıl atacağını hesaplayan isimsiz ressam ödüle çok şaşırmadığını çünkü bu ödüle neden gerek duyulduğunu anlayamadığını belirterek başladı. ‘Güzel olan şeyler aynı zamanda işe de yaramalıdır’ sözlerinin ardında imza denilen şey daha icat edilmediği için imza atmadığını, iki blok sonraki el ayası resminin imza yerine iş görebileceğini söyledi. Bu işleri yaparken bir sonraki günün avında hangi avcının nereden yaklaşacağını hesapladıklarını ve avlarının en zayıf yerlerini ışık gösterisi de yaparak nasıl eğlendiklerini ballandırarak anlattı. Bala katılacak yapay tatlandırıcı icat edilmediğinden kötü esprilerine en çok kendisi güldü. Kabilenin en güzel kadınlarının bu özel kırmızı renk için kendisini tacize varacak kadar rahatsız ettiğinden bahsetmedi. Kozmetik daha icat olmadığından boyayı oralarına buralarına sürüp deney yapıyorlardı. Yoksa deneysel bilim anlayışı kozmetik sayesinde mi ortaya çıktı? Bu yeni durumun en çok kabilenin saçları gökyüzüne doğru kıvrıla kıvrıla giden kabile şefini rahatsız ettiği belliydi. Kraliçenin yanında ona yüksekten bakarak bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Kraliçe artık sinema seyredemediğini, Doctor Who’dan başka bir şey yapamadıklarını bu yüzden Kutsal Damacana bölgesinden yardım beklediklerini söylüyordu. Kekeme Kral için bir filmi beraber yapma konusunda anlaştılar.
O sırada henüz sanayi ürünü hazır kullanılabilecek ürünler ortaya çıkmadığından bekleyen birkaç sanatçı kabile üyesi av etinin tadına bakıyordu. Sıkıldıkları belliydi, ‘yüzey resimlerinin çok yüzeysel olduklarından’ bahsediyorlardı. Ziyaretçilerden bir tanesi kabilenin en iyi avcılarından biri olan fahri doktoralı sanatçıyı kenara çekmiş son avda yakalanan bizonlardan birkaç yüz tanesini nasıl formaldehite yatırıp müzelere kaptırabileceklerini anlatıyordu. Ayrıca tesisi suyun altına gömüp bir on yıl sonra nasıl köşe olabileceklerinden de bahsediyordu. Kraliçe, onun bu hayallerinden hiç rahatsız olmamış o yarım gülüşlerinden birini sergiliyordu. Müzayedelerin kralı seçilen bu ressam, Kraliçenin en iyi av resminden daha çok deniz kabuğu edebileceğini düşündü. Acaba kraliçeyi formaldehite yatırsa, müzeler ona kaç deniz kabuğu bağışlardı.
Uykusundan yeni uyanmış gibi beyaz saçları dik olan ziyaretçi bu tesisi fabrikasına götürüp, kutulara koyup nasıl çoğaltabileceğini yanındaki kara derili sanatçıya anlatırken kara derili sanatçı da kabile üyelerine kafatası dövmeleri yapıyordu. Köşede kabarık saçlı diğer bir sanatçı da bu serginin küratörlerine verip veriştirdikten sonra duvar resmi istemem tuval resmi var mı diye soran istifçiye sistemin işleyişinden bahsediyordu.
Barbeküden az pişmiş bizon etinin tadına bakan büyücü kılıklı biri dinozorlar ile insanların bir arada nasıl yaşadığı tezini, dünyanın düz olduğunu iddia eden ile tartışıyordu. Dinozorlar da düz olan dünyanın köşesinden kaza ile düşerek yok olmuşlardı. Bizon etinden bir parça aldıktan sonra bu konuda bir tema park hayalini konuştular. Bu sırada bienalciler, fuarcılar, galericiler ve müzeciler fahri-doktoralı sanatçının cüppesini çekiştiriyorlardı. Sanatçı da bunalıp kendisini piktograflar ile dolu çayırlığa attı ve bir kaya resmi daha yapmak için sıraya girdi. Açık havada çalışmak yeni icat olmuştu.
Fahri Doktoralı sanatçı gökyüzüne baktı ve kürenin bu okulsuz, disiplinsiz ve deniz kabuklu günlerinde sanatçı olmanın keyfini düşündü. O sırada günlerden Balaban’sız bir günün sabahına sıkıntıyla uyanıvermişim.
Bu yazı naif resmin şahı Balaban’ın ruhuna ithaf olunmuştur. Nur içinde resim yapmaya devam etsin…
Bülent Bakan