Kendi kültürel coğrafyasından çıkan ve beslenen, çağının ve yaşadığı toplumun sorunlarını tuvallerine yansıtan bunları yaparken insanı ana öge-figür-özne olarak kullanan ve insanın hem toplumdaki yerini hem doğanın parçası olduğunu hatırlatmayı temel felsefe edinen toplumcu bakış açısına sahip bir sanatçı olan Adviye Bal ile söyleştik.
Hem resimleri hem heykelleri ile tanışacak hem de kendiniz ile özdeşleştirecek bir çok nokta bulacağınız bu söyleşiyi zevkle okuyacaksınız.
Oğuz Kemal Özkan / KitaptanSanattan.com
- Tanımayanlar için kısaca Adviye Bal’ı anlatır mısınız?
Şanslıydım. 1963’te Tarsus’ta bilinçli bir ailede doğdum. Evin en özel köşesi ”misafir odası” olarak kullanılan salonu atölye yapmama ses çıkarmayan bir annem, sanatla ilgili yayınları temin eden bir babam vardı. İlk atölyem küçük yaşta koltukların yüksek kısımlarını kullanarak salonun ortasında kurduğum ve malzemelerimi yaydığım mekandı. Küçük yaşta sanatçı olmaya karar vermiş ve tüm faaliyetlerini sistematik olarak bu amaca ulaşmaya endekslemiş biriyim. Lise mezuniyet yılım 1980, 80 darbesinin hemen öncesi… Türkiye kaosta… Biz babamın görevi nedeniyle Erzurum’dayız. Güzel Sanatlarla ilgili bölümler il dışında. Bu nedenle ilk yüksek eğitimimi Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde Coğrafya bölümünde tamamladım. 2000 yılında da Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesinde Resim bölümünü bitirdim. Ancak ilk kişisel sergimi açtığım lise yıllarından bu yana sanatı düşünmek ve sanat eseri üretmekten hiç vazgeçmedim.
- Balaban Galeri’de ‘Sırdaş’ başlıklı resim ve heykel serginiz açıldı. Kısaca bu sergiye nasıl hazırlandığınızı, hangi işlerinizden oluştuğunu anlatır mısınız?
Bu sergi başka projelere hazırlandığım çok yoğun bir dönemime denk geldi. Ancak çalışmayı sevdiğim için gün içinde çalışma süremi uzatarak sorunu çözdüm. Zaten sürekli ürettiğim için bu tempo beni zorlamadı. Öyle zaman oldu ki gündüz heykel, gece resim çalıştım.
- Hem resimleriniz hem heykellerinizde insanın türlü hallerini hem bireysel hem toplumsal olarak yansıtıyorsunuz. Figürleri bir bütün içinde yansıtırken toplumsal aidiyet de göze çarpıyor. Buradan yola çıkarsak toplumcu bir sanat bakış açısına sahip olduğunuzu söyleyebilir miyiz? Bu bakış açınızla yarattığınız kompozisyonlarınızda sizi besleyen temel unsurlar nelerdir?
Doğru tespit etmişsiniz. Gerçekten insanın hallerini; insanlık tarihi içerisindeki yaşanagelen sürecin bir anını ”O” anı resmediyorum. Tarihsel olayları kronolojik bir dizilim içinde belirtmek değil benim derdim. Her insanın kendinden bir parça bulabileceği sıradan anlar; izleyen kişinin sezgisel derinliğine göre anlam ve anlatım kazanan kompozisyonlar, insanlık tarihi içinden enstanteneler resmediyorum.
Bu nedenle toplumu, sanatımın temeli yapıyorum. Ancak bildiğimiz anlamda ”Toplumcu gerçekçi” akımdan ve onun taşıdığı kaygılardan farklı; onu da içine alan bir anlayışla daha genel, zaman ve mekana göre fazla değişim göstermeyen, geçmiş, şimdi, gelecek tüm süreçte insanın alabileceği her halin ifadesidir eserlerim.
Bu ifadelerden amaçsızlık ve de aidiyetsizlik anlamı çıkmasın. Elbette bir amacım var. Bizi birbirimize düşüren şeyin aynı kavrama farklı yorumla yaklaşmak olduğunu düşünüyorum. Eserlerimde kavramlara bakış açısında ortaklaşmaya davet var. Bu arada aynılaşmadan söz etmediğimi belirteyim. Ve tabi ki bir kültüre ve millete aitim. Özgün eserlerimle dünya sanatına, insanlığın gidişatına katkıda bulunan, bulunmaya çalışan bir Türk sanatçısıyım.
- Resimlerinizde bireyin kitleler içinde hem kayboluşuna hem varoluşuna tanık oluyoruz. Yarattığınız kompozisyonlarda, hem haklar hem eşitlikler çerçevesinde insanı, kadını, cinsiyeti nasıl konumlandırıyorsunuz?
İnsandan ve insanlıktan söz ediyorum. Dolayısıyla her türlü kategorize edici unsuru umursamıyorum. Hiç kimse kendi isteği dışında hiçbir yere konumlandırılmamalıdır. En azından benim böyle bir amacım yok. Her bir figürüm hem kendine has, özgün hem de toplum denilen dev organizmanın içinde erimiştir.
- Usta sanat eleştirmeni Kaya Özsezgin sizi toplumsal estetiği öngören, dikkate alan bir sanatçı olarak yorumluyor. Bunu yani toplumsal estetik konusunu biraz açabilir miyiz?
Geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Kaya Özsezgin’i saygı ile anıyorum. Toplumsal topografyanın en önemli unsuru toplumsal estetik, toplumdan topluma o kadar çok değişiklik gösteriyor ki isabetli bir öngörü ya da tek bir tanım yapmak mümkün değil. Her toplum kendi estetiğini oluşturur. Her biri çok değerlidir. Esas olan, baskın olanın çekinik olanı yutmaması, birbirlerinin kültürel birikimlerine saygılı olması, özgünlüğün korunmasıdır. Ancak bu şartlar altında oluşturulan ”insanlığın estetiği” içerisinde ”toplum estetiği” anlam kazanır. Resimlerimde de Kaya Bey’in tespitini görebiliriz. Eserlerimde herhangi bir toplumun yarattığı estetik bir diğerinin üzerine hegemonya kurmamıştır. Hepsi birleşip yalın, anlaşılabilir, kabul edilebilir bir bütün oluşturmuştur. Tıpkı figürlerim gibi.
- Toplumcu bakış açısına sahip bir sanatçı olarak sizin ‘güzellik’ tanımınız nedir?
İnsanlığı iyiye yaklaştıran her şey benim için güzelliğin ta kendisidir. Sergimin adı ”Sırdaş” yani paylaşılan, güvenilen. İzleyicileri sırlarını eserlerimle paylaşmaya, dertleşmeye, yarenleşmeye davet ediyorum. İnsanın bir sanat eseriyle kendini özdeştirmesi, kendini yaşaması ve bununla mutlu olması güzellik değil de nedir?
- Sanatçılar üretimlerinde pek ayrımı sevmez ama biz yine de soralım; resim mi heykel mi önce geliyor? Üretim aşamalarında tatmin hangisinde fazla oluyor? Ve hangisinde duygu ve düşüncelerinizi aktarmak da daha başarılı olduğunuzu düşünüyorsunuz?
Sanatın tüm disiplinlerini seviyorum. Duygu yoğunluğu yaşayıp şiir yazdığımda da, Rusya’da tiyatro festivalinde sahnede oynadığımda da, taşı yontup içindeki heykeli ortaya çıkardığımda da, resimlerimi yaptığımda da tarifsiz heyecanlar duydum, duyuyorum.
- Heyecanınızın her daim devam etmesi dileklerimizle bu güzel söyleşi için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
Oğuz Kemal Özkan / KitaptanSanattan.com