‘Çocukken ne olmak istersin?’ sorusuyla beraber hafızamda canlanan ‘dansöz’ cevabı üzerine bir performans sanatçısı olarak iki sene önce, içerisinde oryantal dansın ve kabarenin yer aldığı bir performans gerçekleştirdim. Performansa hazırlanırken çocukluk dileğimin neden yıllar sonra gerçekleşebildiğine dair hem kişisel belleğimi hem de oryantal dansın yolculuğunu inceledim.
Bir zamanların yılbaşı eğlencelerinin ilk akla geleni kuşkusuz dansözlerdi. Yıl biterken ekranda beliren dansöz tüm ev halkının dikkatini kendinde toplar; kız çocukları onun gibi olmak ister, erkekler büyülü kadın bedeni karşında pür dikkat kesilir, kadınlar kendilerinde de olan güçlü bir şeyi harekete geçiren bu kadına hayranlıkla bezenen bir kıskanma dürtüsü hisseder, dedeler ve nineler yaşlılığın getirdiği yaşamın kıymetini daha da bilmek lazım hissiyatıyla hallerinden pek memnunlardı.
Oryantal dansın insanlar üzerindeki yoğun etkisine rağmen bir hayli hafife alındığını söylemek yanlış olmaz. Peki “oryantal dans” diye tanımlanan bu dansın kökenleri hangi kültürlerle yolculuklar yapıp bizlere kadınlığın kadimliğini hatırlattırıyor? Kimilerine göre Mısır kimilerine göre Hindistan kimilerine göre Antik Doğu kimilerine göre Türkiye gibi cevaplara rastlayacağımız oryantal dans bu kültürlerin hepsinden geliyor. Dansın ritimsel akışı tüm bu kültürlerde epeyce benzeşirken kendisinin isimlendirilmesi konusunda çeşitlemeler mevcut. Oryantal dansın Fransızca’da midenin dansı anlamına gelen “dance du ventre” kelimesinden geldiği söylenir. Mısır’da “Raks Şarkî” veya “Raks Baladî” ve Yunanistan’da çiftetelli diye dönüşen dansın yolculuğu İsis’ın Mısır’dan Yunan mitolojisine geldiğinde dönüştüğü Afrodit’i anımsatır. Kadınlar ve kadınlara ait olanların adlandırılmaları her ne kadar değişse de güç onların kendilerinde saklıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun haremininde de bu durum süregelmiştir. Osmanlı’ya Mısır’ın fethi ile geldiği düşünülen oryantal dans haremin içinde kadınları en azından bir miktar bile olsa kendilerini güçlendirmelerini sağlayan bir aktivitedir. Öte yandan Sultan’ın erotik dünyasına da hizmet etmekten kendini alıkoyamaz. Zaman geçer, rejimler değişir ve oryantal ölümsüzlüğünü kanıtlamak istercesine Türkiye Cumhuriyeti’nde de yaşamaya devam eder. Bu seferinde de oryantal kabarenin içerisinde kendine yer edinip, İstanbul ana merkezli olmaktan çıkıp Anadolu’da izleyici ile buluşur. Kabare, Cumhuriyet’in ilk yıllarında özellikle Anadolu’da kadın ve erkeklerin kamusal alandaki temsiliyetlerinin eşitliği için atılan büyük adımlardan biridir. Müslüman kadınların sahneye çıkabilmesi, bir gösteriyi kadın-erkek beraber izleyebilmek alışılagelen cinsiyet bariyerlerinin sarsılmasına neden olmuştur.
Cumhuriyet’te oryantal
Cumhuriyet’in tanınmış ilk dansözlerinden biri olan Emine Adalet Pee ile beraber oryantalın izlerini sürecek olursak karşımıza 20. yüzyılın büyük bir portresi çıkar. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Ayazpaşa’da dünyaya gelen Emine Hanım’ın aklı fikri artist olmaktadır. Kendisi hakkındaki kısıtlı bilgilere göre 14 yaşında Alman Harry Pee ile evlenmiş ve Samsun’da bir kumpanyada çalışmaya başlamıştır. Anadolu’nun çeşitli yerlerine turnelere çıkan kumpanyanın Konya turnesi Emine Hanım için bir dönüm noktası olmuştur. Konya’da bir akşam yemeği davetinde dans ederken Mustafa Kemal ile tanışır ve kendisinin “demek ki ilk olarak sahneye Samsun’da çıktın, ben de işe Samsun’dan başladım kızım. Çok güzel oynuyorsun ama sen Avrupa’ya gitmelisin. Bizim milli danslarımızı da tanıtman lazım. Haydi kızım göreyim seni, Türk adını sen de sanatınla duyur dünyaya” sözleriyle Emine Hanım’ın 1944 yılına kadar sürecek olan yurtdışı hayatı başlamış olur. Avrupa, Orta Doğu ve Amerika’nın en prestijli gazinolarında çalışan Emine Hanım’ın için Mata Hari benzetmesi yapanlar da mevcut. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanların Paris’e, Maginot hattından değil, başka bir yerden 15 gün sonra saldıracağı haberini Konsolos Behçet Özdoğancı’ya bildirir. 1944 yılında Almanya’dan Türkiye’ye zorunlu göç kapsamında geri döner dönmez Taksim Belediye Gazinosu’nun da içinde yer aldığı büyük gazinolarda dans eder, filmlerde oynar. Emine Hanım, 50’ler ve 60’lar Türkiyesi’nde aşklarını da dansı kadar büyük bir coşkuyla yaşar. Bu yıllarda Türkiye’de dansözler gazinoların, filmlerin ve basının olmazsa olmazlarıdır. 80’lere gelindiğinde ise artık dansözler için yeni bir gazino daha vardır: Televizyon!
Darbe ile eşleşen 1980’i, 1981’e bağlayan gece Nesrin Topkapı 5 dakikalık oryantal dansıyla evlerin içindedir. Topkapı’nın dansı yeni yılın ilk anlarını ritimle, coşkuyla ve her şeyin yolunda olduğu hissiyatıyla doldururken ilerleyen yıllarda da kendisi TRT’nin yılbaşını kültü haline gelir. Ülkede yaşanan her şeye karşın izleyici dansın dünyasına sığınır. Oryantalin bu güçlendiren dünyasının etkisi iyi biliniyor olacak ki, dansözler artık ekranların aranan simalarıdır. 80’lerde 90’larda televizyon ile tüm evleri dansözler ile dolduran eğlence sektörü ev-gazino konseptinin de yaratıcılarındandır denilebilir. Dansın iyileştiren gücünü kullanan televizyon programları zamanın ruhuyla iyi eşleşmeyi bildiğinden dansöz gösterilerini yavaş yavaş azaltarak günümüzde ağırlıklı olarak başka eğlence kitleriyle izleyicisiyle buluşmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin oryantal tarihinde isimlerine ulaşabildiğim bu şahane kadınlar dışındaki tüm dansözlere de oryantalın yolculuğunda yer aldıkları için teşekkür etmek gerek: Emine Adalet Pee, Zennube, Tahiye Salem, Pandora, Anna Bella, İnci Altıntop, İnci Birol, Semira Semir, Türkan Şamil, Hülya Babuş, Semiramis, Gönül Seval, Nilüfer Sezer, Tamara, Işık Nur, Özel Tanca, Salome, Saliha Tekneci, Afrodit, Melike Cemali, Tülay Zerengil, Sedef Türkay, Aysel Tanju, Nebile Teker, Ayşe Nana, Özcan Tekgül, Pamela, Afet Sevilay, Mine Coşkun, Nilüfer Aydan, Özel Türkbaş, Nesrin Topkapı, Asena, Didem, Tanyeli…
Doğurganlık ritüeli
Oryantalin dünyası, göbek ve kalça bölgesinden hareketle öncelikle göğüslerin, boynun, kolların, ellerin, evrendeki tüm parçacıklarla eşleştiği harmoniden oluşan bir doğurganlık ritueline benzer. Dansözler sütyen ve etek olmak üzere iki parçadan oluşan bedleh isimli kostümleriyle bu ritueldeki yerlerini alırlar. Zamanla nasıl oryantalin isimleri çeşitlendiyse kostümleri de çeşitlenir; bastonlar, şapkalar, tek parça suitler,… Dansa eşlenen müzik de elbet bundan payına düşeni kabullenir. Nesrin Topkapı’nın oryantal derslerinden hatırlayacağımız “Portakalları tutuyoruz, buzdolabının en üst rafına koyuyoruruz ama buzdolabı buz gibi soğuk. Ay soğuk! Lütfen bende geleyim ne olur beni de al.” sözleri kadınlık hikayelerimizi merkezimizden çıkarmak için bir başlangıç olsun. Bizlerin merkezinden çıkan bu yoğun enerji umarım yeni yılda hepimize bol bol gülümseme getirir.
Ayça Ceylan
https://performatifdunya.home.blog/2019/01/06/yilbasinda-dansozu-beklemek/