Bir jetonun var mı diye sordu on sekiz yaşlarındaki kız, telefon kabininden çıkan, yetmiş yaşlarındaki kirli, gri pardösülü, beyaz sakallı, hafif kambur, güzel adama. Evet dedi adam. İki jetonum kaldı. İkisini de alabilirsiniz. Benim işim bitti. Çok teşekkür etti kız ve adamın elinden jetonları almak üzere bir dilenci gibi sol elini açtı. Kendisi de şaşırdı bu duruma. Gözleri adama kilitlenmişti. Adam da jetonları kıza vermek için sol avucunu açıp uzattı. Bu defa kız adamın avucundan birer birer jetonları topladı. Bakıştılar ve kız kabine girdi.
Birinci jeton düştü. Alo. Alo. Merhaba. Ben Hare. Dünyaya bugün geldim ve anlatmam gereken birkaç şey var.
Bugün berbat geçecek. Hiç balık tutamayacaksınız. Balık olmadığından değil ama balığa çıkmadığınızdan da kaynaklanabilir bu. Çıkarsanız da oltanızın kıpırdayışına karsı son derece hassas olmalısınız. Balıklar bugün çok zeki. Ve ben kayayım. Yani şimdiden kıyıya vurdunuz ve sizi temin ederim, dalgalar bana doğru öyle bir hızla ulaşır ki, siz bundan korunabilir misiniz bilmiyorum. Anlayacağınız zorlu bir gün olacak. Her günkü kadar zorlu olacak. Siz bugüne dek sözünü ettiğim balıklarla hiç karşılaşmadınız. Onlar çok zekilerdir. Anladınız mı? Şimdi. Hayatınızı kaybetmekten korkmayın. Bu balıkları avlayıp yemeniz gerek. Böylece bazı bilgilere kavuşacaksınız. Kazanmak için bazı şeyleri kaybetmeyi göze almak gerek öyle değil mi? Belki kayığınız parçalanır, belki de parçalanmaz. Belki şanslı olursunuz ve sadece kayığınız parçalanırken siz kurtulursunuz. Ya da belki bugün hiç balık tutamaz ama gelecek sefer için hırslanır, cesaretlenirsiniz. Görün bakın ki yaşamınız bu jetonun süresi dolmadan da bitebilir, kim bilebilir ki? Bir jetonum daha var. Bakın yine şanslısınız. Birazdan aramayı düşündüğüm yedi milyar insan evladından birinin yine siz olmayacağını bilemeyiz. Az evvel çevirdiğim numara size aitse nereden bilebiliriz tekrar bu numarayı çevirmeyeceğimi? Aptal yaptığı aptallık kadar aptaldır ve ben rastgele bir numara çevirip ardından unutarak akıllı davrandım. Belki parmaklarım yine sizin numaranızı tuşlayacak ve ben bu defa size zeki balık avlamanın tüm sırlarını bir, bir sayacağım. Evet, bir jetonu sadece bir kez kullanabilirsiniz. Efendim? İsminiz Mika mı? Iddiali bir isim. Mikail’i…
Jetonun suresi doldu ve kabin camındaki parmak tıkırtısını duyup, jetonları aldığı adamı karşısında görünce, Hare kabinden çıktı. Pardösülü, kambur, biraz pis ve yaşlı adam kendini tanıttı: Leo. Her gün bir öğün yemek yiyen Leo. Hare de Perşembeleri isminin Hare olduğunu söyledi.
Leo, kulaklarının hala kapı ardından konuşmaları duyabilecek denli hassas olduğunu belirttikten sonra, yeni arkadaşından ikinci jetonu denize fırlatmasını ve günü kendisiyle geçirmesini rica etti. Kız memnuniyetle kabul etti ve beraberce yirmi adım ötede olan rıhtıma yürüdüler. Hare, jetonu, baş ve işaret parmağı arasına yusyuvarlak sıkıştırıp, bu pırıl pırıl yaz günü sabah on sularında gökyüzünde yelpazelenen güneşe karşı uzun bir süre tuttu. Böyle, gözlerinin önündeki jetonla bir yapay güneş tutulması gözlemledikten sonra epeyce ileriye, denize fırlattı. Jeton bir teknenin kıçından sekip suya düştü.
Leo, örgülü sarı saçlarıyla kuzeyli bir peri kızını andıran Hare’ye yemek ısmarlamayı teklif etti. Kız kabul etti ve rastgele bir otobüse bindiler. Yolda kuru fasulye pilav ve yanında soğan yemek istediklerini anladılar. Önlerinde gördükleri ilk ev yemekleri lokantasının az ötesindeki durakta indiler. Menülerini ısmarladılar ve sessizce yemeğe koyuldular. Yarım saate yakın sürdü bir tabak yemeklerini bitirmeleri ve sonra kol kola dışarı çıktılar. Güneş şimdi terliyordu. Kız adama neden pardösü giydiğini sordu. Adam bir evi olmadığını ve pardösüsünü bırakacak bir yer bilmediğini söyledi. Her sabah farklı bir kostüme uyanarak ömrünün altmış yılını tamamladıktan sonra bir gün aniden ne kadar sıkıldığını fark ettiğinden ve sokaklarda yükü sırtında olarak yaşamaya başladığından söz etti. Kız bundan heyecan duydu ve adama sıkıca sarıldı. Leo anlatmaya devam ediyordu. Her gün karısı farklı yemekler yapar ve onu böyle mutlu etmeye çalışırmış. Karısını hala sevdiğini ama ondan tamamen uzaklaştığını anlattı. Kız Leo’nun kaldırımdan değil de yolun en ortasından yürüdüğünü görünce adama içinin ısındığını anladı. Değer, inanç ve ödün ilişkisini düşündü. Bu adam kendisi için çok şey sandığı insanların hiçbir şey olmamasının yükünü taşıyor dedi içinden. Bunu adama söylemedi. Adam bunu zaten biliyor olmalıydı ve onu bu bilindik sözlerle tekrar meşgul etmek ve üzmek anlamsız olurdu. Şimdiyse adam seçiciydi. Dünyaya doğduğu anda kendisiyle karşılaşması bunun en büyük belirtisiydi. Üstelik jetonları ondan almıştı. Yani bu adam kendisine sağlayıcı olarak bulunuyordu. Yemek de yemişlerdi. Tüm bunları hatırlayınca adama karşı içinde merak uyandı ve bir süre daha dünyada kalmaya karar verdi. Borcunu da ödemeliydi. Bunun nasıl olacağını zaman gösterecekti. Leo hala anlatıyordu. Senelerdir görmediği çocuklarının topluma dağıttıkları sahte gülümsemelerin kabahatlisi olduğunu söylüyordu. Kız adamın daha fazla acı çekmesine dayanamadı ve ona dokunmak için bir bahane olsun diye kamburunu düzeltecek birkaç hareket gösterirken sırtını sıvazladı. Leo, konser piyanisti olmaya hazırlanırken nasıl olduysa kendini makine mühendisi bulmuştu. Şimdiyse geride bıraktıklarından özlediği şey piyanosuydu. Kız düşündü, Charles’ın kendisine uzun yıllar önce anlattığı türden tavuk insanlardan olmamak için kendisine farklı bir yol çizmiş olmalıydı bu adam demek. Charles demişti ki, tavukların önüne yem atar, arkalarından yumurtalarını toplarlar. Sonra Charles’a daldı düşünceleri ve sakarlıkla, parkta yanından geçtikleri bankın sırtına bacağını çarptı. Bacağı morarmasın diye eliyle vurduğu yerdeki kan dolaşımını dağıtırken bankın önünde bir süre durdular ve konuşulanlara kulak misafiri oldular.
Meral merhaba tatlım. Tam içimden dua okurken sen çıktın karşıma. Oturabilir miyim yanına? Özlettin kendini. Her zamanki sevgimiz bakidir. Bakma sen benim gidip gelmelerime. Kaldığımız yerden devam ederiz. Peki, hoş geldin o halde. Hoş bulduk. Biliyor musun büyük gelişme var. Yukarıdakiyle monologlar diyaloğa dönmeye başladı. Umarım bu defa uçup gitmeden hayatımı anlamlandırırım. Sende ne var ne yok? Ne yukarısı? Canım işte, Tanrı diyelim. Ha! Ben hala yerdekilerle cebelleşiyorum. Yukardakiyle pek alakam yok. Bu imayla karışık imana çağırmalar da yoruyor beni ayrıca, ne yalan söyleyeyim. Bundan söz eden kim? Yıldızlar altında bir teras ve bahçe içinde her yanı camekânla kaplı, tavanı hasır kubbeden bir oda. Ve bu odada bol sevişmeli bir yaşam. Hepsi bundan ibaret olan evim güzel yani. Öyle mi? Çok hoşsun. Kafanı dik tut bari çünkü düşüşünü görebilmek için seni vuracak insanlar dolaşıyor dünyada. Oysa ben yalan söyledim. Hahahah. Güzelliğe geçiş yapan sadece yalandır. Baksana sence hangi ayna aplikasyonu en iyisi? Hadi canım, güle güle.
Ve alçılı ayağıyla banka sonradan ilişmiş genç bir adam bu iki kadının durumuna şaşkınlıkla tanık olduktan sonra söylendi. Hayır, mesela kadınların en ufak bir varsayımı, hiçbir çıkarımı yok, sis içinde herkes kadar emekliyorlar ve bundan tartışma çıkarıyorlar!
Hare ve Leo bu saçmalıkları dinlemekten bıkmış halde yollarına devam ettiler.
Suat cep telefonunun alarm sesiyle uyandı ve tavana küçük kız kardeşinin evvelki gün kilise ressamı pozlarında merdiven tepesinde ters dönmüş halde resmettiği naif balık resmine gözlerini açtı. Rüyasını şöyle bir anımsadı ki en çok aklında kalan kısmı jetonun düşerken çıkardığı sesti. Yorumlanmamış rüyaların açılmamış mektuplar olduğunu on yedi gün önce okuduğundan beri aksatmadan tuttuğu rüya günlüğüne satır, satır hatırındaki kırıntıları not etti. Ah! Dedi, Ah! Aaa! Kafası iki elinin arasında sinirli sinirli güldü.
Zeynep Ersen
zeynep.ersen@yahoo.com