Kadir Tosun, Ziraat Mühendisi… “Milliyetçi Ülkücü Hareket” adlı kitabı üniversite yıllarından başlayarak tuttuğu notlardan derlenmiş, Ülkücü Hareket’e ve MHP’ye içerden bir bakış. Soğuk Savaşın sürdüğü yıllarda sola sempati duyarken Ülkücü Hareket’le yakınlaşmasını, benimsemesini, bu hareket içinde geldiği yeri, “Komünistler”e karşı verilen savaşı anlatıyor. Dileyen MHP’lilere ders notları olarak da okuyabilir. 320 sayfalık kitap, Ülkücü Hareket’le ilgili irili-ufaklı kurulan dernekleri, örgütleri (Kadir Tosun teşkilat diye niteliyor) derinlemesine, yönetimde kimlerin yer aldığına ilişkin ayrıntılı bilgilerle sunmasıyla bulunmaz eşsiz bir kaynak. “Milliyetçi Ülkücü Hareket” kitabı Ülkücü Şehitleri listeleyerek ad ad sayıyor. Sağ-sol kavgaları, çatışmaları nasıl başladığına ilişkin görüşleri ile sürüyor. Eleştiri ve önerileri içeren bölümlerle sürüyor. Sonuç bölümünde deyim yerindeyse “Bugün ne yapmalı” sorusuna yanıt arıyor. Bu yazıda ben, Kadir Tosun’un izlediği yolu eleştirmek, yaptığı çıkarımları boşa çıkarmak yerine, aktarıcı olarak değindiği konuları ve bakışını yansıtmak istiyorum.
Temmuz 2014’te ikinci baskısını yapan kitap, Berikan Yayınevi etiketini taşıyor.
Yazar kitabın önsözünde yazma serüvenine ilişkin şu bilgileri veriyor:
Ben eleştiriye, tenkide açığım. Ama herhangi bir konuda bir şey yazmaya çekiniyorum. Yorumda bulunmaktan korkuyorum. Çünkü yazdığım zaman sorumluluk altına giriyorum. Mesuliyetlerim artıyor. Herkes hesap soruyor. “O iş öyle değil, şöyle” diyor. Ben bugüne kadar bekledim. Aradan tam 30 yıl geçti. Kimseden ses çıkmadı. Kimse parmağını oynatmadı. Yazan, çizen olmadı. İş bana düştü. Yazmak zorunda kaldım. Eğer yazmasaydım tuttuğum günlükler, çektirdiğim fotoğraflar, yaşadığım olaylar, dinlediğim anılar, çıktığım seyahatler, okuduğum kitaplar, aldığım notlar, yaptığım araştırmalar zamanla unutulup gidecekti. İşte o zaman geçmişe yazık olacaktı. (Sayfa: 7)
Bir kez daha anımsatayım. 1960’ların sonundan başlayarak, 1970’ler ve 12 Eylül 1980’e kadar yaşanan bir yanıyla Soğuk Savaş, bir yanıyla da kıran kırana, cephe cepheye Sıcak Savaş’ta kimler kimlerle işbirliği, müttefiklik yaptı? Bu sınırlı kitap incelemesinin konusu değil.
Olgunlaşma çağındaki sağ ve sol görüşlere sahip insanların, kendi iç hesaplaşmasını yapıp, “Gerçekten nerde yanlış yaptık” diye sorgulamaları vicdanlarına kalan bir konudur.
Kadir Tosun’un kaleminden “Milliyetçi Ülkücü Hareket”i incelemeyi sürdürelim… Tosun, kimdir Ülkücü, tanımını yaparak, özelliklerini sıralıyor. Bu özelliklere sahip olma gerekçelerini de şöyle sıralıyor:
“Çünkü onlar bu milleti karşılıksız sevdiler. Hayatlarını vatana, millete, dine, devlete adadılar. Günlük politika ile ilgilenmediler. Onun için de gönüllerde taht kurdular. Gönül adamı oldular. Ama ne yazık ki bu devlet onların değerini bilemedi. Kıymetini takdir edemedi. Siyaset cambazlarına inandı, onlara inanmadı. Onları hayalperest, maceraperest zannetti. Onları Kürtçülerle, dincilerle, komünistlerle bir tuttu. Oysa onlar bu milletin öz çocuklarıydı. Hakikaten ülkücü hareket hiç kimseyi örnek almadı. Kimseyi taklit etmedi. Çünkü kendine özgü, nevi şahsına münhasır özel bir hareketti. Yüzde yüz yerliydi. Milliydi. Anadolu menşeliydi. (Sayfa: 9)
Kadir Tosun, az yazan bir kesimin öyküsünü neden kaleme aldı? Gerekçesi neydi?
“Bu kitabın amacı; Tarihten ders almaktır. Geçmişteki hatalara bir daha düşmemektir. Asla kanlı bir kardeş kavgasına övgüler dizmek değildir.” (Sayfa: 10)
Sosyalizm neydi? Cumhuriyet döneminde Türkiye’ye etkilerini şöyle anlatıyor Tosun:
“Cumhuriyet döneminde Türkiye’yi en fazla etkileyen yabancı ideoloji ise Marksizm’dir. Marksizm; milleti, devleti, dini, aileyi red ve inkâr eden, insan haysiyet ve şerefiyle bağdaşmayan, çağ dışı ilkel bir rejimdir. Ne var ki, “artık değer teorisi” ile Sultan Galiyev ve Turar Rıskulov’un “Ezilen ulus milliyetçiliği” tezleri insanlara çok çekici geliyordu.” (Sayfa: 13)
Ziya Gökalp’in “Demeyiz taş kaya, yürürüz yaya,/Türküz gideriz, kızıl elmaya” dizelerini anımsatan Kadir Tosun, “Kızıl Elma Türk Birliğidir” diye yazıyor:
“Bize göre; Türk Birliği iki aşamalı bir süreçten geçecektir. Birinci aşamada Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasında yaşayan batı Türklüğü birleşecek, “Oğuz Birliği” kurulacaktır. İkinci aşamada ise; bu birliğe Kazak, Kırgız, Tatar, Başkurt, Uygur, Özbek, Çuvaş, Yakut ve Türk boyları katılacaktır. Böylece “Büyük Türk Birliği” kurulacaktır. (Sayfa 17)
“Biz “İnsanlara hürriyet, milletlere istiklal” prensibine inanırız. Bütün insanların hür, bütün milletlerin bağımsız olarak yaşamasını isteriz. Ama bizim önceliğimiz esir Türklerden yanadır. Eğer 70-80 milyon Türk hala esaretteyse, tutsaksa, emperyalizmin pençesindeyse biz onları görmezden gelemeyiz.” (Sayfa: 18)
Sorunu böyle koyduktan sonra “görmezden gelinemeyen” dünya için ne yapılmalıdır? Kadir Tosun’un görüşü şöyle:
“İzlenecek yol İsmail Gaspıralı’nın yoludur. Türkler arasında dilde, fikirde, işde birlik sağlamaktır. Kültürel ve ekonomik birlik kurmaktır. Bunun başlangıç noktası “ortak bir alfabe ve ortak bir yazı dili” oluşturmaktır. (Sayfa: 22)
Tosun, yaşadıklarından, gördüklerinden deyim yerindeyse Ziya Gökalp’in görüşlerinden ve de milliyetçi külliyattan yeni bir harmanlama ile damıttığı görüşlerine açıklık getiriyor. Devlet nedir, Türkiye nasıl bir ülkedir sorusuna yanıt arıyor.
“Türkiye Türklerin ülkesi demektir. Türkiye Cumhuriyeti de milli bir devlettir. Eğer devlet millilik vasfını kaybederse Türkler de hâkim unsur olmaktan çıkar. Devletin üniter yapısı bozulur. Toplumda çürüme, çözülme ve ayrışma başlar. Kısa bir süre sonra da devlet bağımsızlığını kaybeder. Bölünür, parçalanır, yıkılır.” (Sayfa: 24)
Devletin ne olduğunu yerli yerine oturttuktan sonra sıra demokraside… Demokrasi de temsil nasıl olmalıdır?
“Demokrasilerde “Temsilde adalet, yönetimde istikrar” ilkesi çok önemlidir. Ancak yönetimde istikrar sağlayacağız diye %35 oyla %70 milletvekili çıkarmak adil değildir. Çünkü bu taktirde halkın iradesi sandığa yansımaz. Oyları boşa gider. Halk seçme ve seçilme hakkını kullanamaz. Bu bakımdan herkesin demokrasiyi özümsemesi, içine sindirmesi gerekir. Demokrasinin kurum ve kurallarına uyması gerekir.” (Sayfa: 34)
Kadir Tosun, devlet, demokrasi, lâiklik başlıkları açarak, MHP içindeki dinsel yaklaşımlarda farklılıklara dikkat çekiyor. MHP’de kuruluşundan bu yana dine yaklaşım nasıl olduğuna ilişkin kimi ipuçları veriyor. Zaman zaman yaşanan tartışmalara mercek tutuyor. Nizami Alem Gazetesi’nin gitgide radikal bir çizgiye kayması üzerine MHP Başkanlık Kurulu derhal toplanır. Başkanlık Kurulu aldığı kararla:
“Nizami Âlem Gazetesi’nin yayınlanması yasakladı. MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş, Nizami Âlem Gazetesi’nin yayın kadrosunu yanına çağırdı. Milli doktrin “Dokuz Işığı” saymalarını istedi. Hiç birisi sayamadı. Türkeş çok sinirlendi. Bağırdı, çağırdı. Hepsini kovdu. Nizami Âlem Gazetesi’nin derhal kapatılmasını emretti. Gereğini yapmakla Namık Kemal Zeybek ile Ramiz Ongun’u görevlendirdi. Genel İdare Kurulu Üyelerinden Ahmet Er ile Seyyid Ahmet Arvasi’nin itirazlarını dikkate almadı.” (Sayfa: 47)
MHP’de Türkçülüğün kökenlerine ilişkin bilgiler veren Tosun, Türklerin İslâmı kabul etmeden önceki inançlarını ele aldığı bölümde Şaman inancına ilişkin çeşitli bilgiler vererek zaman zaman İslâmla benzerlikler buluyor, Şamanizm’de. İslamı da Araplar gibi değil de Acemler gibi kabul eden Türklerin, yeni dinlerine ilişkin eleştirileri de var Tosun’un.
“İslâm bizi Hristiyanlaştırmaktan korumuş ama Araplaşmaktan koruyamamıştır. Bilakis bu süreci daha da hızlandırmıştır. Çin’e gidenler nasıl Çinlileşti, Hindistan’a gidenler nasıl Hintlileşti ise Arabistan’a gidenler de aynen öyle Araplaşmışlardır. İslâm dünyasındaki Arap baskısı, Arap tahakkümü, Arap şovenizmi ancak Moğol istilası ile sona ermiştir. Moğollardan sonra İslâm dünyasının yönetimi Türklerin eline geçmiştir. (Sayfa: 51)
“Bizde haremlik selamlık, kaç göç yoktur. Kadınlar erkekler beraber otururlar. Beraber yer içerler. Beraber sohbet ederler. Beraber çalışabilir, beraber ibadet edebilirler. Selamlaşabilir, tokalaşabilirler. Bizde kadın dişiliği ile değil, kişiliği ile önemlidir. Bilgisi, birikimi ile önemlidir. Araplarda ise çok eşlilik vardır. İslam’dan önce bir erkek 120 kadınla evlenebilirdi. İslam bunu dörde indirmiştir. Araplarda kadının yeri pencerenin, perdenin, çarşafın arkasıdır. Kadın toplumdan dışlanmış, sosyal hayattan soyutlanmıştır. Oysa kadınlar bir toplumun yarısıdır. Kadınlarını ihmal eden toplumlar ilerleyemezler. Yükselemezler.” (Sayfa: 52)
“Günümüzde tarikatlar insanları istismar eden, tembelliğe, miskinliğe, uyuşukluğa sürükleyen, bu dünyadan soğutan, öte dünyaya konuşlandıran yapılardır. Oysa İslamiyet çalışmayı emreder. Doğrudan ferde, bireye hitap eder. Aracı kabul etmez. İslâm’da suçlar, günahlar, cezalar, sevaplar şahsidir.” (Sayfa: 58)
Kitaptan ayrıntıları gelecek yazıda sürdüreceğim…
Nevzat Yılmaz