Shopping Cart
Total:

$0.00

Items:

0

Your cart is empty
Keep Shopping

21. Yüzyıl Kendi Klasiklerini Var Edebilecek Mi? – Salime Kaman yazdı…

Kendine iyi bak ve kendi hayatının mimarı ol.
Goethe’nin üzerinde durduğu baş ilkesi, ‘insanın kendi hayatının mimarı olması’dır.
Bugünün insanına da iyi bir öğüt bence bu söz!

Halbuki içinde yaşadığımız çağ, hakikatin bilgisine ve bu bilginin pratiklerini yapmak isteyenlere pek çok imkan sunmaktadır.
Kendimizi tanımak, insanın en önemli, en yüksek aşaması değil midir?
Düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmek. Mağdurluk numarasına yatmadan, gerçek hüviyetini tesbit edebilmek!
Bir nevi, Güliver kompleksi gibi: Kendini ölçüye vurabilmek.

Kendini keşfetmek, yaşamında kendisi olarak var olabilmek insanın en temel değerleri ve kendisi için yaşamın anlamını keşfetmesi, insanın kendi bağımsızlığına kavuşmasıdır. Kendi içsel ve dışsal bağımsızlığının farkında olamayan bir insan hiçbir zaman özgür olamaz.

İnsanın kendi gerçeği, hayalleri, düşleri olmalıdır. Hayallerimiz/düşlerimiz, zamanı ve mekanı zapt eder, zamanın akışını durdurur, tekdüzeliğin eziyeti son bulur.

Zaman sonsuzlaşır, mekan sınırlanır. Zamana kul köle olmaktan kurtuluruz. Özgürleşiriz, hayallerimiz ve düşlerimizle!

Romalı düşünür, devlet adamı, oyun yazarı Seneca (MÖ 4 – MS 65) ‘Bazı insanlar hayatta hiçbir gayeye sahip olmadan yaşarlar. Böyle insanlar bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler. Onlar gitmezler, ancak suyun akışına kapılarak akarlar.’ Şeklinde ifade eder. Seneca için insanın başlıca davranış ilkesi istenç olmalıdır, ancak insanın bir de duygu yanı vardır, onu da istencin ışığında görmek gerekir derken yaşamında kendisi olarak var olabilmenin önemine işaret eder.

Düşünen, okuyan, temsil ettiği, temsil ettiğini sandığı beşeri değerlerini lekelememek için aç kalmaya açlıktan kıvranmaya razı olanlar gibi, bunun tam tersi olan hiç doymayan yedikçe yemek isteyen, açlık nedir bilmeyenler.

Bir de emeğinden başka hiçbir şeyi olmayanlar yarı aç yarı tok gezenler. Bunlar Kapitalist üretim süreci içinde sayıları gittikçe artan emekçiler bu emekçiler, eğitim, gelenek ve alışkanlıklar sayesinde, rejimin gereklerine, mevsimlerin değişmesine boyun eğdikleri kadar kendiliğinden boyun eğerler. Ekonomik ilişkilerin sessiz baskısı, kapitalizmin emekçi yani üretici güç üzerindeki despotluğunu tamamlar. Bu güç, aslında toplumsal bir güçtür, ancak pasif kaldığında egemen sınıfın kararları altında ezilir, bunu engellemek için yani karar verme kudretini yeniden kurmak için kamu gücü ya da idare mekanizması ve devletin gücü tüm mevcut yasaları yeniden kurmak için müdahale etmelidir yoksa proletaryanın/ emeğin gücü silinir ve mevcut yasalar tıpkı doğa yasaları gibi işler. Tıpkı bugün olduğu gibi!

20.yüzyıl, büyük sosyo-ekonomik gelişmeler yanında, kaynakların paylaşımının doğurduğu büyük savaşlar ve çalkantılarla dopdolu geçti. İktidar savaşlarının yaşanması, bilim ve teknoloji alanındaki gelişmelerin yönetimlerce kötüye kullanılması, yaşanan soykırımlar ve nükleer silahlar insanlığa sürekli zarar vermiştir.

Bu yüzyıldaki gelişmeleri, teknolojik olarak nitelendirdiğimiz enerji iletim, bilgi iletişim ve bilgi işlem veya bilgisayarlar olarak ifade edebiliriz. Teknoloji özelikle 20. yüzyılda Avrupa’da başlayan ve tüm dünyaya yayılan bir sözcüktür. İnsanın tarih boyunca manuel olarak yaptığı birçok işi araç gereç ve makineler yardımıyla yapmaya başlaması 20. yüzyıla rastlamaktadır.

20. yüzyılın teknolojisi bilimin ürünüdür. Bu tek yönlü işleyen bir süreç değildir. Gerçekte bu iki disiplin içten içe ve sürekli olarak birbirini dokumakta ve çoğaltmaktadır. Leon M. Lederman (1922-2018) Amerikalı Deney Fizikçisi) bilim ve teknolojinin ‘birbirini dokuma ve çoğaltma’ süreci aşamalarını şöyle anlatır. ‘Bilim teknolojiyi doğurur. Bilim daha çok bilim üretmek için doğurduğu teknolojiyi kullanır. Daha çok bilim daha çok teknoloji üretir’ diyerek iki disiplinin etkileşimlerini çok güzel ifade eder.

Teknoloji farkı yaşam biçiminde fark doğurur. Kullandığınız aletlerdeki farklılıklar üretim tarzını farklılaştırır. Üretim tarzındaki farklılıklar kişi yaşamında/toplumsal yaşamda farklılıklara yol açar.

21. yüzyılda yaşıyoruz ve bilimsel gelişmelerle birlikte teknolojik gelişmeler dur durak tanımadan ilerliyor ve yaşamın içinde yerini alıyor. Yapay zeka, uzay bilimleri, robotlar, beyin tarafından kontrol edilebilen robotik uzuvlar, kimyada, 7. sırayı da dolduran uranyum ötesi element buluşları.

Bilimsel ve teknolojik gelişmeler dünyada birçok alanlarda hala devam ediyor.
Sanatta durum nasıldır?
Sanat, hakikatın duygusunu mu yoksa dünyada olma durumuna dair öznel deneyimlerin bilgisini mi verir?

Tarihsel hafızalarda sanat, büyük oranda işlevsel nitelikleri ile iz bırakmıştır. Savaşlarla silinen yok olan geçmişlerini hatıralarını yeniden inşaa etmelerinde, toplumsal hafıza kurmak için her dönemde sanata başvurulmuştur.

Endüstri çağıyla birlikte, daima araştıran, deneyen, bulan ve her açıdan hür ve bağımsız olmak için çaba sarf eden sanatçılar, yeni ufuklara yöneltmek için mücadele etmişlerdir. Değişmeyen kural ve kalıpları, teknikleri, gelenek kalıplarını yıkıp, kendi yeni sanat akımlarına yönelmişlerdir. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl boyunca sanat dünyası, daha önce hiç izlenmediği kadar yakından izlenmeye başlanmıştır. Dahası sanat tarihi, sanat eleştirisi, sanat sosyolojisi, sanat psikolojisi ve benzeri disiplinler etkinliklerini artırmışlardır.

Bu yüzyılda yaşanan olumsuzluklar, sanat akımlarını konu olarak beslemiştir ve sanatçıları da ‘güzel’i aramak yerine mekan-sanat eseri-sanatçı-izleyici arasında algı ve görme biçimlerini değiştirme çabası içinde olmuşlardır.

Hızlı endüstrileşme ile birlikte göçler, plansız büyüyen kentler, kentleşme ve kentte yaşayan bireyin sorunları, sanat akımlarına konu olmuştur. Paul Gauguin’in medeniyetten kaçışı, Van Gogh’un kendini köy yaşamına vermesi örnek olarak gösterilebilir. Endüstri çağıyla birlikte, daima araştıran, deneyen, bulan ve her açıdan hür ve bağımsız olmak için büyük çaba sarf eden sanatçılar, değişmeyen kalıpları, belirli kural ve teknikleri, gelenek kalıplarını yıkıp, sanatı yeni yeni ufuklara yöneltmek için mücadele etmişlerdir. 20. yüzyıl sanatlarının temellerini, ressamların dünyayı gördükleri gibi temsil etmeyi bırakmalarıyla atılmıştır.

Sanatın yaygınlaştırılmasındaki en önemli etkenlerden birisi de özellikle 20. yüzyıl içinde başlayan teknolojinin yaygınlaşması ile kurulan iletişim ağıdır. Sanat bu durumdan faydalanmasını bilmiş ve teknolojinin sanat olmadan tek başına insanı mutlu edemeyeceği de ispatlamıştır.

Nasıl mı?
Sanayi mamullerinin biçimlendirilmesi, renklendirilmesi sanatla olmuştur.

Küreselleşme, dijitalleşme, çok kültürlülük, disiplinler arası gibi kavramların giderek öne çıktığı bir zeminde, sanatın ve sanatçının fikirleri ve yaratımları öne çıkmıştır.

21. yüzyılda, bugün bir sanat eserinin estetik olup olmayışı teknikten ya da taşıdığı kavramsal değerden çok izleyici üzerinde yarattığı etkiyle değerlendirilmektedir. Çünkü yasadığımız zamanın tüketime açık hazır nesneleri estetik kıstasların belirleyicisidir. Artık her yeni oluşum eğer geçerli bir fark yaratıyorsa yeni bir estetik anlayış demektir.

Sanat yapıtının, nesne olarak güzel ya da çirkin olması değil, önemli olan sanatçının çağını, zamanını yansıtabilmesidir.

Sanat eseri için, ‘Zaman’ dünya üzerinde uzunluk, yükseklik ve genişliğe ek olan dördüncü bir boyutudur. Diğer üç boyutla aynı değerde olmasına rağmen zamanla ancak ileriye gidebilmektedir. Oluş, gelip- geçiş, değişme ve süreklilik biçimidir, dönüşü olmayan bir doğrultuda birbiri ardına giden doğru bir çizginin hareketidir zaman!

Günümüz sanatı, günümüz insanının kolaylaştırılan hayatı ve teknolojinin formüle ettiği olanaklar sayesinde rastlantısal olandan uzaklaşarak yeniden biçimlenmiştir.

Bugün, görsel sanatların formu, farkındalığı arttırma prensibi üzerine inşa edilen, içeriğinde günümüz dijital olanakları, video performansları ve benzer teknolojik uygulamaları da barındıran bir özelliğe sahiptir. Ve sanat plastik sanatların tekilliğinden, bunların ortak kullanımına giden farklı bir çoğulluğa dönüşmüştür

Yapay zeka uzay bilimleri, robotlar, beyin tarafından kontrol edilebilen robotik uzuvlar, 21.yüzyılda bilim ve teknolojik gelişmelerle yaşamın içine sokulmuştur. Bunu devreye sokan biyolojik hafızadır. Ancak biyolojik hafızanın en temel niteliği, sanatın içinde konumlandırabileceği öznel ve özerk deneyim alanına yer açmasıdır.

21. yüzyılda da yani bugün tarihsel ve biyolojik hafıza açısından düşünüldüğünde, sanatın nasıl konumlandırılacağını düşünürsek ne diyebiliriz?
Sanat, hakikatin bilgisini mi yoksa sanatçının dünyada olma durumuna dair öznel deneyimlerinin bilgisini mi verecektir?

Tarihsel hafızalar dikkate alındığında, sanatın işlevsel bir kimlik taşıdığı ve birtakım ideolojik amaçlar doğrultusunda kullanıldığını biliyoruz. Bunu yapanda bir bilince ve benliğe sahip olan biyolojik hafıza öznel bir fenomanel yani doğal olan bir duygunun çok ötesindeki iç seziye ve karaktere sahiptir.

Öyleyse, bir öz taşımayan yapay hafızaların, robotların, bilgisayarların, sanat eseri yaratabileceğinden söz edebilir miyiz?

İnsanın düşüncelerindeki farkındalığın yaşam kalitesini değiştirileceğini bilmek, yaratıcılığımız, iç potansiyelimiz, kısacası evrenin kaynaklarını harekete geçirilmesidir. Düşünme gücümüzün, imgeleme gücümüzün farkına varmak kendi sanatımızı yaratır.

Kendimizi bulma yönünde, kendi güçlü ışıklarımıza nasıl ki hep ihtiyaç duyduk 21. Yüzyılda da kültürel anlamda kendimizi bulma yönünde 20.yüzyılın güçlü ışıklarına ihtiyaç duyacağımız kaçınılmazdır.

Kültür yozlaşmalarının önüne eğitimle geçilebileceği gibi insanlık anlayışını, yaşayış üslubunu, sağlıklı dünya görüşünü insanoğlunun özlemini çektiği barışı, özgürlüğü, refahı ve sosyal adaleti sağlamanın yolunu da ‘kendi hayatımızın mimarı olarak’ sağlayabiliriz. Bu düşünce ışığımla ben, toplumsal pratiklerimi formlar ve imgeler halinde canlandırarak hayatı resme ve yazıya ya da resimleri ve yazılarımı da hayata tercüme etmeye devam edeceğim.

Sonuç olarak; bugün içinde bulunduğumuz salgın günlerini (Coronavirus (COVID-19)) tüm dünya insanları ile birlikte yaşıyoruz. Her insan, hayatının farklı dönemlerinde farklı bir basamakta olmuştur ancak bugün hiç kimse bu basamakta bulunduğu durumun, bugüne kadar yaşamış olduklarından daha iyi olduğunu söyleyemez. Çünkü hepimiz bulunduğumuz basamakta hayatımızın tüm katmanlarını, ister som altından olsun isterse bez parçasından olsun bir maskenin arkasına gizliyoruz ve buna mecburuz. Dünya, insan bilincinden bağımsız ve nesnel olarak doğal olaylarda içkin bulunan doğa yasalarına ya da doğal yasalara teslim oldu. Çaresizce!

21.yüzyılda bugün bu basamakta bulunan herkese “gelecek kuşaklara iletmek istediğin en önemli şey nedir?” diye sorsam, ne söylerdiniz?

Salime Kaman
Ressam- Sanat Yazarı
Arkansas Haziran 2020

Show Comments (0) Hide Comments (0)
0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest
0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Makbule Kumral
Makbule Kumral
4 yıl önce

Alınması gereken mesajları kısa başlıklarla not ettim. Baktım , yazının yarısını yazmışım. Aklına, beynine, ruhuna sağlık ablacığım. Mutlaka okunması gerek. Teşekkürler ediyorum.