Geçmişte adalarda yazlığa gidip 3 ay boyunca buranın havasını soluyanlar bugün aynı hissi duymuyorlar. Çocukluğumuzun adaları artık yok. Büyükada , ömrü boyunca burada yaşayan amcamdan dolayı çocukken sıkça gittiğimiz ada. Yazları geçirdiğimiz çocukluğumun Heybeliada’sının ben de yeri farklı olsa da Büyükada benim hep yıldızımdı. Splendid Palace ise Büyükada’nın yıldızı.
Şimdilerde deniz otobüsünden inince hemen karşınıza çıkıyor ama eskiden vapur iskelesinden maden tarafına yürümeye başladığınızda başınızı hafifçe yukarı kaldırdığınızda gümüş 2 kuleli (geçmişte kırmızı panjurlu, şimdi artık değil) bu harika yapıyla karşılaşırdınız. İnşasına 1908’de başlanan 1911 yılında bitirilen bu otelden kimler gelip , kimler geçmedi ki…
Bienal’in bir kısmı bu yıl Büyükada’da sergilenince çocukluğumuzun bu önemli yapısına koşarak geldik. Hem Bienal’in buluşma noktası hem de ilk katında önemli bir etkinlik var. Bienal’dan söz etmeyeceğim. Zaten gideceksiniz.
Zerafetini hala koruyan binaya hala ilk günkü yapısında olan merdivenlerden çıkarak adım attığınızda geçmişin tüneline giriyorsunuz. Art Nouveau mimarisi otelin açık aydınlık iç avlusuna ilham vermiş. Bu avlu üzerindeki ilk katın etrafındaki sütunlar Selçuklu mimarisinden örnek alınmış. Buraya ulaşmak için arka tarafa geçmeniz gerekiyor. Yolunuzun üzerinde buram buram tarih kokan muhteşem resepsiyonu atlayarak geçmeyin. Üst kata giden merdivenin hemen sol altında hesapların tutulduğu bir oda var. Yıllardır burada görev yapan Erol Bey, arkadaşım Şeli’yi görünce kaybettiği eski bir dostu yeniden görmenin sevincini yaşıyor. Avluya geçtiğimizde piyanolar ve koltuklar dahil her şey yıllar önceki haliyle duruyor. Koltuklara kurulup bienal rehberimizi beklerken doya doya binada olmanın hazzını yaşıyoruz…
Aynur Koç
Fotoğraflar: Aynur Koç